18 Temmuz 2010 Pazar

TRAVELING IN AUSTRALIA, meeting with nice people












Avustralya’da gezmek, yüzlerce insanla birlikte tatile gitmek gibi…
Bir kere yolda karşılaştığınız birilerine, diğer ilerlediğiniz tüm noktalarda da rastlama şansınız neredeyse %99 ihtimalle mümkün. Kimi aylardır kimi ise yıllardır yolda. Ve tarihler itibariyle istikamet neredeyse hiç değişmiyor.
Tüm Avustralya’nın güneyi soğuktan donup, evden dışarı adımlarını dahi atmak istemezken, kuzey deki hava şartları, şelaleler boyu akıp nehirlere karışan suların içinde, yüzlerce çeşit kuş, enteresan doğa yaratıkları ile adeta iki ayrı dünyayı simgeliyor.


Melbourne’den yola çıkarak, Avustralya kıtasının ortasına doğru ilerleyen yolculuğumun yeniden kuzey kesimine varmak üzereyim. Yollar boyunca geçip gittiğimiz çöller, boylu boyunca kilometrelerce uzanan kara parçasının yerini şimdilerle, müthiş doğasına hayran kaldığımı nehirler aldı. Burası sanki dünyanın geri kalan kısmından çoook uzaklarda bir rüyalar ülkesini andırıyor. Sanki kimse orta doğuda veya Amerika’da neler olduğundan bir haber… Hiçbir kaygısı olmayan bunca insanın arasına katılmak isteyen, diğer üçüncü dünya ülkelerinden taa buraya göç edenlerin sayısı isen tartışmasız milyonları buluyor


Mataranka’da kaldığımız bir hafta boyunca yaş gurupları değişik onlarca insanla tanışma fırsatına eriştim. Ancak en son karşımıza çıkan ekip neredeyse festivallerde karşılaşılabilecek cinstendi. İlk önce Jojoe ve 8 yaşındaki oğlu Edian’ı tanıma fırsatımız oldu. Alice Springs’ten yola çıkan Jojoe ve oğlu beklide yol boyunca güneye doğru inen tek gezgindi. Sempatik sohbetin ardından, senelerden kesmediği saçları ve sakallarının fotojenik mana da ilgimi çekmesi nedeniyle neredeyse 1 saatimi Jojoe’nun etrafında makinem ile birlikte dönerek geçirdim. Ne kadar keyif aldığımı kelimelerle anlatamam.


Jojoe sayesinde ise, yepyeni 2 karavan dolusu insanla daha tanışma fırsatımız oldu. Seneler önce bir trafik kazasında belden aşağısını kaybeden Zac tüm Avustralya etrafında şimdiye dek neredeyse 6 kere tur atmış. Elbette bunu yaparken, onun için arabayı kullanacak birilerine ihtiyacı olmuş. Bugüne değin hep erkeklerin daha güçlü olduğu gerçeğine dayanarak onlarla yolculuk etmeyi tercih etmiş ancak yol karşısına Ashy’i çıkartınca, bir kadınla yolculuk etmenin de aslında farklı faydaları olduğunu keşf etmiş. Diğer yandan Ashy ise multinasyonel görüntüsü ile muhteşem bir kişiliğe benziyordu. Biraz Aborijinal, biraz Avustralyalı ve birkaç diğer ulusun birleşiminden ancak böylesine sempatik biri olunabilirdi diye düşünmeden de edemedim.
Diğer yanda ise yine Avustralyalı olan Darrel ve kız arkadaşı Jules ile ekip tamamlanmış bulunuyordu. Elbette bizim gibi onlar da Mataranka’dan sonra Kastherine George ve Edith Falls’a gidecek ve hemen akabinde de Litchfield National Park’tan geçeceklerdi. Yani yolda bir yerlerde yeniden karşılaşmamız neredeyse kesindi. İlk tanıştığımız ve sadece birkaç saat geçirdiğimiz bu güzel insanların parka kattıkları hava ise gözden kaçmıyordu. Bir ağaca bağlanmış 2 hamak, bir diğer ağaçtan sarkan gökkuşağı renkli bir hamak ve elbette Jojoe’nun kurduğu T-pi parkın havasını tamamen değiştirmişti. Yumuşacık bir müzik çalıyor ve neredeyse parkta geceyi geçiren tüm gençler bize katılmak için yanımıza geliyordu. Saçtığımız enerji ile beklide orada küçük bir festival bile yaratabilirdik. Mataranka’da tanıştığımız herkes biri birinden güzeldi sadece bu vesileyle değil, orada kaldığım zaman boyunca yaşadığım her deneyim için kendimi bugün şanslı hissediyorum.

EDITH FALLS "SWEET POOL"












Bu sabah güne uyandığımız da saat 06.00’yı gösteriyordu. Erken kalkan yol alır düşüncesiyle, hızlı bir kahvaltı ettikten hemen sonra, parkın dışında kaldığımız yerden hareketle şelalelerin yolunu tuttuk. Bir diğer ayrıntıya değinecek olursam, parkta karavanlar için ayrılan alan sayısı 40-50 arasında sınırlı olduğu için karavan park’ta kalmayı tercih etmedik. Diğer yandan hiçbir ulusal parkta öylesine park ederek geceyi geçirme söz konusu olmadığı için, elbette kendimizi çayır çimenin ortasına atarak, ufak bir ateş eşliğinde geceyi geçirdik

Gece bir ara, Aborijinlerin çığırtılarını ve bira şişelerini etrafa saçtıklarını duyduk ancak endişe etmedik. Zaten neden sonra ortadan kayboldular. Genellikle agresif gözüken ama zararsız olan bu insanlar için her gün üzülmekten başka elimden hiçbir şey gelmiyor. Bugün itibariyle çoğunun 40’lı yaşlarında bu dünyadan göçtüğünü öğrendim. Sebebini sorduğumda ise aldığım cevap her şeyi açıklıyordu. Elbette belki de daha fazla yaşamak istemiyorlardı. Neredeyse tüm Aborijinler gün boyunca alkol alıyor ve etrafta sarhoş geziyorlardı. Bu durumda onları durdurmaya çalışan devlet ise çözümü, günlük satın alabilecekleri bir içki limiti koymakta bulmuştu. Elbette Avustrala’da içki alırken dahi kimlik göstermek zorundasınız. Bu durumda oluşan bilgi bankasından ne kadar içki satın aldığınızı bulmak pek de zor olmasa gerek.

Şelaleye geri dönecek olursak, yürüyüşün ilk kısmı pek zorlayıcıydı. Metreler boyunca uzanan taş merdivenleri tırmandıktan sonra, dağa ulaşmayı sonunda başarmıştık. Sonraki yol ise oluşan su birikintilerinin yanından düz yolda giderek geçiyordu. Toplamda yürüyüşümüz 8km sürmeliydi ancak yolda 7 aydır yanımda özenle taşıdığım fularımı kaybedince, gerisin geri 2km daha yürüyüp, sonra da aynı yolu 2km daha yürümek durumunda kalmış ancak sonunda aradığımızı bulmuştuk. Bu durumda 12km yolu güneşin altında yürümek zorunda kalan bedenlerimiz yolun sonunda bizi terk etmek istemişti. En son arabaya ulaştığımızda ise, yemin ederim bacaklarım dahil, ellerim kollarım bütün vücudum titriyordu. Nehirlerin hepsi biri birinden mükemmeldi, suyun ısısı, etrafta kimseciklerin olmayışı ve gökyüzünün mavi rengi ile ahenk içindeki ağaçların arasında yüzmek tartışmasız müthiş keyifliydi.

EDITH FALLS / NITMILUK NATIONAL PARK












Mataranka’da geçirdiğimiz günlerden sonra, Edit şelalelerinden ne bekleyeceğim konusunda hiçbir bilgim dahi yoktu. Ancak elbette havanın daha da fazla ısındığını göz önüne alacak olursak, 2km’lik yürüyüşün sonunda kendimi kızgın orman sıcağından, buz gibi ser,n nehir sularına atmak gerçekten tarifi edilmez bir duyguydu. Nehrin ortasında duran kaya parçaları ise, başka bir nehir havuzuna neden olmuştu. Turuncu renkteki parıldayan kayaların üzerinde yürümek ve dağın içinde oluşan küçük su birikintilerinde yüzmekten büyük keyif aldım.

Dağın en tepesinde başlayan su, bulduğu her düzlük alanda yüzülesi devasa göller oluşturmuştu. Dolayısıyla yukarıda henüz keşfetmediğimiz şelalenin kaynağı bulunuyordu. Ancak bu yürüyüşü bir diğer gün için saklamayı tercih ederek, kendimizi yollara vurduk. Bunca ulusal kaynağı, bunca zamandır böylesine iyi korudukları için Avustralya ulusal park görevlilerini yürekten tebrik ediyorum. Etrafta ne bir tane çöp bulabilirsiniz, ne de yolunuzu kaybedip kocaman ormanda kaybolabilirsiniz. Her yere özenle yerleştirilmiş olan ok’ların gösterdiği patika üzerinde yürüdüğünüz sürece başınıza herhangi bir şey gelmesi söz konusu bile değil. Ancak diğer yandan tüm kuzey bölge dahilince timsahlar konusunda sürekli alarmda olmakta büyük fayda var. Şimdiye kadar bir adet bile görmediğimi yineliyor olacak olmakla birlikte, bu yaratıkların ne zaman ve ne şekilde karşınıza çıkacağını asla kestirilmeyeceğini de atlamamak lazım.

KATHERINE GORGE












Kanguru cenneti Katherine Gorge’tan büyük bir keyif aldığımı söyleyemeyeceğim. İlk neden, konum itibariyle dağların tepesinde oluşu, ısıyı gereğinden fazla arttırıyordu. Etrafta kalabalık eden yüzlerce turist dışında, vücudumu bir dakika rahat bırakmayan sivrisinekler ise cabasıydı. Gorge’un güzelliği ise tartışmasızdı ancak burada geçirdiğimiz 2 gün ve kalabalık bize yetti. Etrafta daha yapılacak onlarca yürüyüş parkuru olmasına rağmen, kendimize daha güzel bir alan yaratmak adına Katherine Gorge’u acilen terk ettik.

MATARANKA "BOTANIC WALK"











Keyiften ve mutluluktan uçtuğum bir diğer parkur ise “Botanic Walk” oldu. Boylu boyunca uzanan ağaçlar ve her yerden yolunu bir yolu bularak akıp geçen tatlı suyun görüntüsü ve lezzeti tartışmasız mükemmeldi. Ortalama 4km yol yaptığımız yürüyüş boyunca, değişik kuşlar ve enteresan ağaçlar gördüm. Hatta zımpara taşının hangi ağaçtan yapıldığını dahi artık biliyorum.
Yürüyüşün sonunda ulaştığımız Stevie’s Hole adlı nehir ise pek de yüzülecek bir yere benzemiyordu. Açıkçası suyun soğukluğu ve nehrin ağaçlar tarafından gölge de kalışı beni içinde yüzmekten anında soğutuverdi. Bu durumda geri dönüş yolunda, bulduğumuz küçük göl parçacıklarına kendimizi atarak serinlemek konusunda çok daha başarılı olduğumuzu söylemeliyim. Bu tip yürüyüşleri sabahın erken saatlerinde güneş henüz doğmuşken yapmak ise işin en can alıcı kısmı. Aksi takdirde dönüş yolunda güneş kavurucu sıcağının altında işkence çekmek kaçınılmaz son olabilir.

13 Temmuz 2010 Salı

MATARANKA WATER FALLS



















3Metreyi geçmeyen bu şelalelere yürüyüp geri dönmek sadece 8km. Yürüdüğünüz alanın kum olması parkuru orta düzeye taşıyabilir ancak, etrafta gezen yaban domuzları, birbirleriyle çılgınca iletişim kuran papağanlar ile birlikte şimdiye kadar yaptığım en güzel yürüyüşlerden biri olduğunu söyleyebilirim. Ana karadan yer yer dökülen su birikintileri ve temiz havayı ciğerlerimin en derinine kadar çektim.

Yürüyüşü bitirdiğimizde ise serin akarsuya kendimi hafifçe bırakıp serinledim. Sıcağın altında yürümemiş olmama rağmen, serin tatlı suyun tadından yenmiyordu valla.

Bu alanda kamp yapmak mümkün. Ufak bir ulusal park ücreti ile, düzgün duşlar ve tuvaletlerden yararlanmak, dilediğimiz yerde ateş yakmak gibi özgürlüklere de sahiptik üstelik. Açıkçası Mataranka’yı çok sevdim. Sahilden koptuğumuzdan beri en çok keyif aldığım iç bölgenin burası olduğunu gururla söyleyebilirim.