28 Eylül 2010 Salı

CATHOLIC CEMITERY









Ne zor bir olgudur ölüm.
Zaman zaman bir kaybediş, kimi zaman ise bir kurtuluş olarak çıkar karşımıza, Varlık ve ölüm…
Yok olup bu gerçeklikten, terk ettiğimiz anda bu diyarı ancak bir mezar taşı kalır geriye gözle görülen.
Oysa nice anılar, neşe dolu kahkahalar, bir mezar taşının üzerine sığamayacak insanlara dokunulmuştur bu süreçte…
Her kültürün ölümü selamlayışı farklıdır; kimi bu dünyaya ait olan bedeni yakıp, küllerini nehre döker son defa vedalaşırken. Kimi tahta tabutların içine yerleştirilir en saygın şekliyle, kimi ise beyaz bir kefen içinde topraktan gelmiştir toprağa dönecektir.
Geride kalan bizler ise sadece seyirci kalırız olup bitene.
Batı Avustralya’da ziyaret ettiğim Katolik mezarlığından kareler..

26 Eylül 2010 Pazar

UNDER WATER, WITHOUT WATER (broome)























O da ne demek şimdi? Ben de hayatımda ilk defa deneyimlediğim bu durum için aynı tepkiyi verdim. İşin bilimsel boyutuna geçecek olursak, Avustralya’nın en kuzey batı kesiminde her ay sonu dolunay vakti geldiğinde, deniz suları neredeyse 1km kadar çekiliyor. Elbette bu durumu algılamakta güçlük çeken denizaltı yaratıkları, yaşamlarını oldukları yerde sürdürmeye devam ederken yeniden suya kavuşmayı bekliyorlar. Ortalama 2 saat süren bu sürece akşam güneşinin battığı esnada veya gündüz gün doğumu ile eşlik etmek mümkün.

Asla karşınıza ne çıkacağını tahmin bile edemezsiniz… Deniz yıldızları, deniz hıyarları, yüzen kabuklu balıklar, yeterli su olmadığı için yarı zıplayan yarı yüzen balıklar ve daha nicelerine rastlamak mümkün.
Denizin altında yaşayan çimvari bitki örtüsünün üzerinde çıplak ayak yürümek ise pek sağlıklı değil. Olur da benim yaptığım gibi balıklardan birinin üzerine benim yaptığım gibi basıp sinirlendirirseniz, o da zehrini acımadan püskürtür valla geriye… O acı anı ile kramp geçirdiğimi veya ayağımın paralize olduğunu zannettim ancak, zaman zaman tehlikeli sonuçlar doğuran bu durumu zannedersem üzerinde fazla durmayarak atlattım. Diğer yandan etrafta gezinen ve kumun tamamen altına gizlenmemiş olan mavi yengeçleri de eklemeden geçmemeyim. Henüz pek büyümemiş olmasına rağmen bir tanesini bohçamıza atıverdik yemek uğruna…

Okyanusun orta yerine zamanında batmış olan bir geminin parçalarını bulduk. İçimden kim bilir kaç yılında ne çeşit bir efsaneye imza atmıştır bu gemi diye de geçirmeden etmedim.

Bunun dışında balçık şeklindeki kumun üzerinde yürümek hiç de kolay olmadı. Hatta yer yer bataklığı dahi andırıyordu. Ayağınızı attığınız anda bileğinize kadar kuma gömülüyorsunuz, şayet hızlı davranmazsanız bir süre sonra aynı yerde dikilmekten birkaç santim derine doğru yolculuk bile yapabilirsiniz.
Ayrıca, çekilen okyanus suyunun geride bıraktığı kareler de zannedersem fotoğraflanmaya değecek nitelikteydi, bunu kaçırmadığım için kendimi şanslı hissediyorum…

Sevgiyle
Jessie

Broome MANGO FARM “12 MILE”






Sadece sezonunda meyve veren mango ağacına batı Avustralya’nın her yerinde rastlamak mümkün. Yollarda peşi sıra uzanan mango ağaçlarının yanı sıra bizzat Mango çiftliğine gitmenin daha uygun olacağını düşündük. Kapıdan içeri girdiğimizde etrafımızı çevreleyen bu ağaçların dallarında sadece küçücük yemyeşil mangolar bizi ağırlıyordu. Yağmur mevsimi yaklaştıkça onlarda büyüyecek, 3-5 ay sonra toplanır kıvama geleceklerdi. Bu sebepten, mevsiminde toplanan tüm mangolara zamanında iyice değerlendirilip, şimdi kavanozların içine salata sosu, reçel ve türevi bin bir çeşitte saklanıp satılıyordu. Sweet Chilli adı altındaki kavanozu almadan çiftlikten ayrılmak nasip olmadı. Hele de birde jumbo karideslerle bir pişim tavada o sosla beraber çevirince yemek tadına doyulmaz oldu.