18 Mart 2011 Cuma

IZMIR, WEST OF TURKEY














İzmir

Türkiye'nin İstanbul ve Ankara'dan sonra üçüncü büyük metropolü olan İzmir, ticaret ile bütünleşmiş çağdaş bir liman kentidir. Kültür nitelikleri, yeryüzü nitelikleri ve yaşam düzeyi ele alındığında, Türkiye'nin en gelişmiş kenti İZMİR. Haftasonlarında dahi oyle adaya kaçar gibi 45 dakika da kendini cennette bulduğun nev-i şahsına münhasır sehir İzmir.

Sabah erkenden uyanıp 07.45 ucagıyla kendimizi İzmir’de buluverdik. İstanbul’un kasvetli soğuk havasından birden İzmir’in çiçek açmış, palmiyelerle kaplı mavi gökyüzüne terfi ettik. Kordon’da ettiğimiz şahane kahvaltı ardından şehir kalabalıklaşmaya yakın Çeşme’nin yemyeşil yolundan kendimizi bu seferde ton sur ton bebek mavisi denizine hayran hayran bakarken bulduk kendimizi. Boylu boyunca uzanan sakin kumsal, bembeyaz kumlar, kristal temiz deniz ve masmavi gökyüzü. Huzur diye işte buna denir.

Biraz tarihe girecek olursak; İzmir'in batısında denizi, plajları ve termal merkezleriyle Çeşme Yarımadası uzanır. Antik çağların en ünlü kentleri arasında yer alan Efes, Roma’nın imparatorluk devrinde dünyanın en büyük kentlerinden biriymiş. Tüm İyonya kültürünün zenginliklerini bünyesinde barındıran Efes, yoğun sanatsal etkinliklerle de adını duyuruyormuş. Bu maksatla da bu şehre "Güzel İzmir", "Eski İzmir" ve "la Perle de l'Ionie" (İyonya'nın İncisi) deniyordu. Tarihten beri bu tanımlarla yıllar sonra şehrin sıfatı hâline gelmiş ve kelime yerine cuk diye oturmuştur.

Ey güzel İzmir, bitti mi elbette hayır. Çeşme’ye vardıktan sonra ki ilk işimiz Kumrucu Hüseyin’De karmakarışık sucuklu,salamlı kumruları mideye indirmek ve hemen arkasından da Lokma&Katmer satan en ünlü dükkanda midelerimizi agzına kadar doyurmak oldu. Şimdi artık yürüme vaktiydi... O kumsal senin, bu kumsal benim ruzgarla beraber savrulduk durduk. Muhteşem bir gün geçti. Akşam üzeri ise Urla’da bulduk kendimizi, artık İzmir Alsancak’a dönme vakti gelmişti. Artık İzmir’li olan canım arkadaşım ve sevgili eşi bizi muhteşem ağırladılar sağolsunlar... Ege kıyısının keyfide en güzel samimi, içten Ege insanıyla çıkar zaten... Önce balık pazarından hangi taze balıgı seçsek diye, sonrada hangi yeşil otlardan salata yapsak diye bakındık durduk... Bir kez daha diyorum, İzmir’in yeşili de balığı da şarabı da bambaşka... İtinayla fırında pişen levreğe, tereyağında sarmısak ve kırmızı biber ile pişen jumbo karidesler eşlik etti... Bunun üzerine uyunmaz da bir güzel ne yapılır?

Ertesi sabah saat 09.00 hepimiz ayağa dikildik, Pazar kahvaltısını köy de yapmazsak ayıp olurdu, ver elini Kirazlı... Pek tabi kalabalık gırla... İpini koparan semaver de çay içmek, açık hava da güneşin altında genis geniş kahvaltı etmek istiyordu. Eh neyimiz eksikti? Sıra bize de gelmeyi bildi, tahnin,pekmez, kaymak bal, peynir, sahanda yumurta derken bir güne daha bolca gıda sıkı bir kahvaltı ile başladık.

Yine urla üzerinde enteresan bir yarımada üzerine kurulu değişik bir hastanen,n önünde geçtik. İçimizden hepimiz geçirdik, birimize bir şey olursa biz bu denize kıyısı olan huzur dolu hastaneye yatmak istiyoruz mümkünse.. Şaka bir yana etrafı yeşilliklerle kaplı, ıssız ve sakin bu yarımadaya hastane yapmakla iyi mi etmişler kötü mü ben karar veremedim.

Akşam üzeri olmak üzere iken, Demirciköy’deki bir köy güveççisinde kızarmış patate, güveç ve Efes birası ile keyfimizi bine katladıktan sonra dönüş yoluna geçtik. Ve tabiki gün batarken biz çoktan termal kaplıcada 38 derece suyun içinde açık hava da keyif yapıyorduk.

Herkese bu haftasonu kaçamağını tavsiye ederim...
Tüm yorgunluğa, sabah uçaklarına değdi gene gitsem gene de değer...

Jessie