30 Ocak 2011 Pazar

DINNER IN THE DARK


Aslında fazla söze göre yok..
Veya giris cumlem, fazla söze gerek yok değil "kelimelerin en anlamlı olduğu yer" olmalı belkide...
Olana olmayan ne zamandır zor gelmiştir ki?
Görene görmeyen ne gibi anlamlar ifade edebilir?
Görmeyen bilir mi görenin nasıl yaşam sürdüğünü? Veya gören bilebilir mi görmeden gelmiş olsaydı bu yaşama, arada nasıl bir fark olabileceğini hayal edebilir mi?
Görmeyenin hayalleri nasıl acaba? Bizim gibi içi daralınca palmiye ağaçlarını ve okyanusu düsünüp, huzuru kaçınca da gün doğumunu hayal eder mi?
Biri kötü araba kullandığında, karşıdan gelen araçlarla yüzyüze kalınca korkudan ne yapacağını bilmeden geçirdiği sıkıntı dolu anlarıda olabilir mi?
Geceleri rüyalarında hiç birsey görürler mi acaba? Yoksa bu doğuştan gelen bir engeldir ve hayatın her anına yayılır mı?
Peki ya sokakta yürümek, yeni biriyleriyle tanışmak, bir şehirden bir diğerine gitmek, denizde yüzmek, oyun oynamak, yemek yemek nasıl bir histir acaba görme engelliler için?
Siz yapar mısınız bilmem ancak ben zaman zaman kendimi insanların yerine koyar, bir de o pencereden bakmaya çalışırım hayata...
Karanlıkta yemek yememe sebep olan arkadaşım Jenny'e ve bu fırsatı bize sunan Kör Fotoğrafçılar Derneğine teşekkür etmek istiyorum.
İnanılmaz bir deneyim yaşayarak oldukça değişik saatler geçirdim.

Deneyimin ilk anlarına dönecek olursak. Galata'ya doğru yola çıktığımızda saat henüz 18.30'u gösteriyordu. 19.45'te en geç orada olmamızı istemişlerdi ancak herzamanki gibi, erken varmıştık. Üst kata çıktığımızda karşımıza çıkan beyaz kapaklı Playboy dergisi ilgimi çekti. Kapağını çevirdiğimde ise pütürcüklü sayfalar ile aslında üzerinde gözle görülecek hiç bir detay olmadığnı farkettim. Elbette işin sırrı, gözleri kapayarak sayfalardaki resimleri hissetmekte gizliydi. Aynı şekidle etrafta onlarca gazete aynı şekildeydi. Kütüphaneyi karıştırmaya koyulduğumda ise, görmenin öğrenmenin %80'i olduğu bilgisine eriştim. Yani görmeden yaşam tahmin edilebileceğinde daha da zordu, elbette gören için.

Bizi yemek odasına alacakları yer ise, alttan neon ışıkların olduğu bir giriş idi, içerisi kelimenin tam anlamıyla zifiri karanlıktı. Hani karanlık bir yere girdikten sonra göz ışık ayarını yapar ve silüette olsa birşeyler görür ya, saatler geçirmemize rağmen içeride kameranin kucuk turuncu ışığından başka hicbir sey gormediğimi rahatlıkla söyleyebilirim.

Öncelikle bizi içeri alırken hepimiz arka arkaya sıraya dizildik ve önümüzde duran kisinin sağ omuzunu tutmakla görevlendirildik. Daha sonra önümüzde bize eşlik eden garson bizi teker teker yerlerimize oturttu. Sandalyeme oturduktan sonra, burnuma hemen tabaktaki zeytinyağlıların kokusu geldi, belli ki duruylarım hemen açılmıştı. Ellerimi masa ortusune ve hemen oradan da tabagımın yanındaki 2serli duzende yerleştirilmis catal ve bıcaklara attım.

Tabağımın sağ yanında 3 kadeh bulunuyordu ve tabagımın hemen onunde ise tatlı catal bıcaklarım vardı. İşte bu kadardı, konuşmak birden çok anlamsız gelmişti. Hatta bir kal gelmişti olduğum yerde bana. Ve insanlar salona girmeye başladıkça içerideki gürültü giderek yükselmeye başlamıştı. İnsanlar görme duyularını kaybettikleri için yüksek sesle kendilerini ifade etmeye çalşıyordu ve oldukça kötü bir kakafoniye neden oluyordu ama yapacak bir şey yoktu. Kervana katılmayıp, sessiz kalmayı tercih ettim.

Neden sonra anons başladı ve bize salonun yerleşim sistemi tarif edildi, artık neyin nerede olduğu kafamda daha netti. Ancak gözümün açık veya kapalı oluşunun birşey ifade etmeyişine takılmıştı kafam. Saçımın nasıl gözüktüğü veya o sıra ne yaptığımında bir önemi yoktu artık. Gözümün önünde canlanan görüntülerde yokolmaya başlamıştı. Sanki artık hiçbir şey görmüyor, hatta neredeyse bildiklerimi de unutuyordum. Beynim bana oyunlar oynuyor, gözümün önüne anlamsız fosforlu ışıklı şekiller geliyordu...

Yemege başladığımız an ise en efsanevi andı. Önce arkadaşım limonu çatallayıp yemiş ve beni gülmekten yerlere yatırmış hemen akabinde ise ben aynı hatayı yapmış ve ağzımda ekşi tat yüzünden ne yapacağımı bilemez bir hal almıştım. Bıçakla çatalıma yardımcı olmaya çalışıyordum ama nafile... Antreleri yemek hiç bukadar zor olmamıştı. Acılı gavurdağı ağzımı yaktığı için birdaha yemek istememiş ama birtürlü bunu becerememiştim.Nedense çatalımla bu acı salatayı yemeye istemeden devam ediyordum.

Güç bela giriş yemeğini atlatmıştık. Bir yandan çalan canlı müzik ise kulaklarımı okşuyor beni zamanda bir yolcluğua götürüyor ama karanlıkta olduğum gerçeğini değiştirmiyordu. Bize servis yapan garsonlarında görme engelli olduklarını öğrendiğim an ise duygusallığımın tavan yaptığı andı. Bütün garsonlara hayran kalmış ve performanslarından ötürü hepsini ayakta alkışlamak istemiştim. Sadece servis yapmakla kalmıyor, aynı zamanda getirdikleri herşeye ulaşabileceğimzden de emin oluyorlardı.

Ana yemek ise hepsinden daha zor bir deneyim oldu. Boregi kesmeden catallamak, pilavı catalda tutmayı başarmak... Arkadaşımın tabagına boca ettiğim cocacola ise cabası...

Tatlı olarak da şöbiyet geldi. Elbette artık bıçak kullanmaktan çoktan vazgeçmiştim. Herşeyin lezzeti aynıydı ama şöbiyet deyince hala o üçgen sarı börekimsi görüntü ve cevizin kahverengi hali geliyordu gözlerimin önüne. Kendimi görselleştirmekten birtürlü uzaklaştıramıyordum. Ne kadar da öğrenilmiş otomatik hareket ediyordu beyin, hayret etmemek elde değildi doğrusu.

Oturduğum yerde dans bile ederken, kendimi gözlerim kapalı dans ederken hayal ediyordum. Bir yandan kameranin çektiğini biliyor, her o turuncu ışığı gördüğümde kendimi matrix'teki sayılardan bir denklemin içinde görüyordum.

Zifiri karanlıkta kalmak işte tam da böyle bir şeydi. Uzunca bir süre dışarı çıktığımda hiç birşey göremeceğimi sanmıştım ancak durum öyle olmadı. Herşeye kaldığım yerden devam ettim. Etmesine ettim ama, hala etkisinde olduğum bu geceyi kolayca unutabileceğimi hiç sanmıyorum.

Herkese bir kez daha teşekkürler.
Muhteşem bir deneyimdi.
Jessie