13 Şubat 2010 Cumartesi

BANKONG YOLCULUĞU



Bhutan’la vedalaşmak zor olmadı. O kadar kısa bir süre kaldık ki, şehri ve kültürü az bucuk benimseyene kadar gitme vaktimiz gelmişti bile. Günlük ödediğimiz para dışına bir de laundry ve içecekler eklenince bu ülkenin tatilimiz için hiçte ekonomik olmadığını ama her şeye rağmen mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer olduğunu düşünüyoruz. Hep bahsettiğim soğuk hava, Şubat ayı başında gitmemize 10 saat kala yerini yağmura ve gitmemize 2 saat kala ise dağların üzerinde karlanmalara bıraktı. Önce hayal gördüğümü sandım ama yok yanılmıyordum. Halkta benim kadar şaşırmış olacak ki, yolda gördüğüm herkes, geleneksel elbiselerin altına aynı zamanda kilotlu çorap kılıklı pantolon ve üzerine dize kadar da çorap giymişti. Yani doğru zamanda doğru ülkeye yolculuk ediyorduk. Birkaç gün daha Bhutan’da geçirecek olsaydık şayet bu durumda Face Of North montlara hatta apreski kıvamında da kar ayakkabılarına ihtiyacımız bile olabilirdi. Bir yandan abartıyormuşum gibi geliyor ancak yok cidden abartmıyorum. Soğuktan çatlayan derimin kendini toparlaması ortalama 1 haftayı buldu. Sabah erkenden otelimizden ayrıldık ve yine havaalanındayız. Zaman bu sefer çabuk geçti ve gecikme olmadan bizi uçağa aldılar. Farkında olmadan Vanessa ile Check in yerlerimizin aynı almamışız. Daha doğrusu biz kadından rica etmemişiz eh o da yapmamış haklı olarak. İlk defa ayrı düştük. İlginç bir şekilde o an fark ettim ki ben hayatım boyunca hiç kimseyle ayrılmadan 43 gün yan yana 24 saat geçirmemiştim. İşin ilginç yanı da bunu yapamayacağımı sanıyor oluşumdaydı. Oysa anın içinde yaşarken bunun farkında bile değildim. Durumu gayet samimi bir şekilde kabullenerek ikimiz de uçaktaki ayrı yerlerimize oturduk.

O sıra da oturacağım sıranın tam da ortasına ait koltuğun benim için ayrılmış olduğunu gördüm ve bu hiç hoşuma gitmedi. Neden cam kenarı dememiştim ki? O rahatsız yerde benim ne işim vardı? Bunu fark eden, yerine geçmek üzere olan ve tam da şuan da tanışacak olduğum Adam bana yerini vermeyi teklif etti. Böylece artık cam kenarı benimdi. Şimdiye kadar yapacağımız en uzun uçak yolculuğu olacak olan bu saatlerin zor geçeceğini sanıyordum ve itinayla yanılmıştım. Meğer yanıma oturan Adam dünya tatlısı, 2 çocuk babası, hoş sohbet bir Psikologmuş. Karısıyla nasıl tanıştığını, hayatın ne büyük tesadüflerle dolu olduğunu, acının aslında en büyük öğretmen olduğunu ve gezmenin insana ne çok değer kattığını konuştuk. Ona şimdiye kadar gitmiş olduğumuz yerleri, İstanbul’daki yaşantımı, bugün burada olmanın ne büyük bir keyif olduğunu ancak çokta değişik bir yol ile farklı deneyimler yaşattığını ve hayatıma derinlik katan, özellikle derinden etkilendiğim birkaç olayı anlatmayı bitirdiğimde uçak inişe geçmek üzereydi. Zannedersem bütün uçak yolcuları bizden yaka silkti. Carcar konuşup kimse de huzur diye bir şey bırakmadık. Ama her nasılsa biz çok keyifliydik. Amerika’da yaşayan Adam’a yolculuğuma neşe kattığı için teşekkür ediyorum. Dilerim çocukları büyüyüp kocaman olduğunda, o ve bana benzeyen karısı (Adam söyledi) da bu hayallerini bizim gibi gerçekleştirebilirler.

Bangkok’taki havanın sıcak olduğunu içten içe biliyordum bu durumda bunca kalın kıyafetle neredeyse eksi dereceden gelen biri olarak acilen üzerimdeki katmanlardan kurtulmam gerekiyordu. Bu durumda tuvalete giderek üzerimde gereksiz ne var ne yoksa çıkarttım. Artık çantam patlamak üzereydi ama ben oldukça hafiflemiştim. Nitekim uçağın kapısı açıldığında suratıma patlayan sıcak ve nemli hava birkaç saniye nefes alamamama neden oldu. Tanrım bu da neydi? Kendimi Ağustos ayında Elat’ta falan sandım bir ara. Neyse ki otobüse binip ana terminal binasına gidene kadar klimalı alanda beynimde uyuşmaya başlamakta olan nöronlarımı bir araya toplama fırsatım oldu. Ve evet Tayland’daydık , soğuk artık geri de kalmıştı. Bunu unutmamalıydım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder