13 Ağustos 2010 Cuma

BEING STUCK IN W.A, Kununurra “VOLKSWAGEN ISSUES”












Darwin’deki kısa süreli seyahatimiz oldukça mükemmel geçmişti. Bu durumda karar verme zamanıydı; ya güneye doğru devam edip Katherine üzerinden batıya doğru yol alacaktık, ya da çevre bölgelerde biraz daha gezip 2 hafta sonunda ben Darwin’den hareketle Istanbul’a dönecektim. Elbette gezmek tatlı geldi. Henüz batı kesimi görmediğim Avustralya kıtasının gidilmedik yerini bırakmayıncaya kadar gezmek ve bu sayede kıta etrafında kocaman bir kalp çizerek Perth’ten Bangkok’a, bangkok’tan da Istanbul’a uçmak çok daha cazip gelmişti. Katherinden Perth’e alacağımız yol ise ortalama 4000 km olarak hesaplanabilirdi. Dile kolay 4000 km, 26 gün içinde yapılabilir miydi?


Bu durumda, sabah erkenden yola çıktık. Bir günde şayet 500km yol alırsak,yol boyunca görmek istediğimiz diğer yerlerde birkaç gün geçirme şansımız da olacaktı. 350km yol aldıktan sonra Batı Avustralya sınır kapısında durduk. Bir sınırdan diğerine meyve ve sebze geçirmek, ateş yakmak için odun taşımak veya bal sokmak kesinlikle yasaktı. Bu durumda zaten aç olan midemizi doyurup, sabah yola çıkmaya karar verdik. Ve 5 km geride bulunan River yoluna saptık. Uygun bulduğumuz ilk nokta da ise durduk. Gökyüzü muhteşem gözüküyordu. Yıldızlar göz hizasındaydı ve ay hilalden az daha doluydu. Gece hızlıca sona erdiğinde, sabah erkenden kalkıp, etrafta neler olup bittiğine göz atma arzusu içinde gezmeye başladık. 2km toprak yol gitmenin VW Transporter’ımıza zarar vermeyeceğini umarak 1km ilerledikten sonra “Drinking Water” tabelasını görünce durduk. Duruş o duruş, bir daha ilerlemek yazık ki nasip olmadı.


Önce akünün bittiğini düşündük, sonra benzinin ve daha sonra ateşleme de sorun olduğunu keşfettik ve hatta benzin filtresinin kirli olabileceğine de ihtimal verdik. İhtimaller dahilinde ben de yanımızda ne kadar patates, bal kabağı, havuç ve tatlı patates varsa soymaya başladım. Bir kısmını süt ve kaşar ekleyerek püreye çevirdim, diğer kısmını ise kızarttım. Tam o sırada aklıma soğanlarımızın da sınırdan geçemeyeceği gerçeği aklıma geldi. Onları da küçük küçük doğradım ve kızarmış patateslerin arasına attım. Hah bir de lahana almıştık, onu kaynattım, arasına biraz pirinç ekledim, üzerine de geriye kalan tek limonu sıktı ve biraz hardalla karıştırıp, brezilya fındıklarını da arasına serptim. Takdir edersiniz ki tüm yemekleri hazırlamak 3 saatten fazla sürdü. Yani kısaca 3 saattir aynı yerdeydik. Grant arabayı tamir etmeye çalışırken ben de sınır geçemeyecek her şeyi pişirmiş bulundum. Saatler sonra işin içinden kendimiz tek başımıza çıkmayacağımıza karar verince Avustralya’nın bir numaralı yol asistanı olan “RAC”ye 250 dolar kadar para ödeyip bizi gelip almalarını beklemeye başladık. Ortalama 2.5 saatin sonunda saçları poposuna kadar rasta olan sempatik siyahi bir adam geldi. Açıkçası bizim memlekette bir çekici ile arkadaş olmak pek söz konusu değildir. Ancak bu insanlar öylesine arkadaş canlısı ve sempatik ki sokakta görüp kendinizden farklı olduğunu düşünmeniz söz konusu bile değil. Bu durumda 55km yolu birlikte ilerleyerek, akabinde ki 5 gün boyunca hapis kalacağımız Kununurra kasabasına ulaşmayı becerdik.
Herhangi bir mekanikçinin önüne arabamızı koyduk ve hep birlikte bir şeyler içmeye bir pub’a gittik. İşte orada yine gözüme bilardo oynayan insanlar çarptı. Toplar sadece kırmızı ve sarıydı. Oysa benim bildiğim bilardoda sayılar ve renkler vardı. Meğer içmekten sarhoş olan bu millet, puanları ve sayıları karıştırmamak için böyle bir yola gitmiş. Buna rağmen hangi renk ile oynadığını karıştıran sevgili Avustralyalıları canı gönülden tebrik ediyorum.


Ertesi gün uyandığımız da saat 06.00’yı gösteriyordu. Kısa bir sabah kahvesinin ardından, kasaba da yürüyüşe çıkarak etrafta bize yardımcı olabilecek mekanikçi aramaya başladık. Elbette bir çoğu yardımcı olamayacağını söylerken, diğer bir kısmı Pazartesi’den önce ilgilenemeyeceğini söylüyordu. Bu da bu lanet kasaba da en az 1 hafta geçirmek demek oluyordu. Şayet sigortanız da yoksa saatine 150 dolar para alıyorlardı. Üstelik de Volkswagen marka bir aracınız varsa, neredeyse kimse sizinle ilgilenmek istemiyordu. Oysa motoru en basit şekilde tasarlanmış ve bir manuel kitap ile herhangi bir mekanikçinin dahi inceleyip çözebileceği sıkıntımız ile kimse ilgilenmek istemedi. Ertesi sabah bize randevu deren mekanikçiye gittiğimiz de ise bize Volkswagen araçlarına bakmadıkları söylendi. Bir kez daha çekicinin tepesinde bu saçma kasabanın ortasında hayal kırıklığımız ile baş başa kalmıştık. Bu 2. Günümüzdü, ve ben merak ediyordum, acaba günler öylece geçip gidecek miydi?
Nitekim artık sinirlenmeye başlamıştık. Bu sefer bize Pazartesi gününe randevu veren sevgili mekanikçinin önüne indik. Ve Grant kontağı çevirdiğinde araba çalışıyordu. Birkaç yedek parça değişimi ile belki de servise ihtiyaç duymadan buradan gidebileceğimize o an inanmıştım. Nitekim, kasaba etrafında birkaç tur atıp, meyve sebze alışverişi yapmaya karar verdik.


Kununurra şehrinin tek ve en kalabalık alışveriş merkezinin otoparkına arabamızı park ettik, alışverişimizi yaptık ve yeniden arabaya bindiğimiz de acı son ile yeniden karşılaştık. Yine o an, önümüzdeki 40 saat boyunca orada mahsur kalacağımızı bilmiyordum. Ancak bilseydim de değişen hiçbir şey olmayacaktı.


Bu durumda sorunun elektrik ile ilgili olduğunu düşünmeye başladık. Ancak voltaj ölçer ile baktığımızda kablolarda da hiçbir sorun olmadığını gördük. Ve sonunda benzin filtresini akıtınca sıkıntının yol boyunca benzine karışan toz topraktan kaynaklandığını nihayet bulduk. Buldukta bulmasına, asıl olan sonuçtu. Enjektörleri söküp, benzin filtresini elimize alıp yürümeye koyulana kadar tüm dükkanlar kapanmıştı bile. Gün boyunca lazım olan malzemeleri temin etmek için ileri geri yürüdüğümüz 6-7 kilometre yolun pozitif bir şekilde vücutlarımıza döndüğünü umuyorum. Beynim de kalmayan pozitif enerji içinse bir uykunun veya meditasyonun faydalı olacağını sanıyorum. Bu durumda, güneş battıktan sonraki bir iki saati rahatlamaya çalışarak geçirdik. Ancak otoparkta olmak işleri hiç de kolaylaştırmıyordu.


TERRIBLE NIGHT IN CAR PARK

Uyumaya çalıştığım ilk 45 dakika içinde arabanın camına vurup, panik içerisinde bizi uyandıranlar, imdat polis çağırın diye bağıranlar da olmuştu elbet. Etrafta bağırıp çağıran Aborijinler, sarhoş insanlar, çığlıklar ve beklide tecavüze uğrayanların feryatları arasında huzurdan pek uzak bir gece bizi bekliyordu. Nitekim saat 02.00 civarında, biri gelip aracın arka kapısından bir şeyler almaya çalıştı.Kalkamayacak kadar yorgun olan vücutlarımızı sadece bir yandan öbürüne çevirebildik. Aradan geçen 15 dakika içinde ise,2. Psikopat Aborijin gelip, backpack’imi alıp gitmeyi başarmıştı. Ben henüz uyanamamış, ne olduğunu anlayamamışken Grant bir yöne doğru ilerleyip adamın peşine düşmüştü. Çantam da değerli bir şeyler olmadığını söylemek yalan olurdu. Üstelik o benim çantamdı,kendisi bile tek başına bir değerdi benim için. 10 dakika sonra karanlıkların arasından Grant çantam ile birlikte bana doğru ilerliyordu. Neyse ki şanslı günümdü, çalınan çantam her şeyimle birlikte geri gelmişti. Ama gece henüz bitmiş sayılmazdı. Tuvalet ihtiyacım için uygun bir köşe arandım durdum, baktım olacak gibi değil bildiğiniz otoparkın ortasına yapılması gereken neyse yaptım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder