1 Ağustos 2010 Pazar

FIESTA DE LA LUNA
























Avustralyalıların eğlence ve festival anlayışlarına hayran olduğumu daha önce söylemiş miydim?

Birkaç gece evvel, Douglas Springs’te tanıştığımız ve arkadaş olup akşam yemeğini birlikte geçirdiğimiz çift bu hafta sonu bir parti olacağından bahsetmiş ama detayları henüz vermemişti. Kıtanın ortasından yukarı çıkmaya başlayalı beri neredeyse 30 gün olmuş, henüz bir festival karşımıza çıkmamıştı. Bu nedenle parti haberini alınca heyecanımı nasıl saklayacağımı bilemeden, hayaller kurmaya başladım. Nitekim ertesi gün uyandığımızda gece tanıştığımız çiftin uyanması saatler almıştı. Sabırsızlığımız diz boyu olduğu için de şoför koltuğuna ufak bir not bırakıp, Douglas springs’ten ayrılmayı uygun görmüştük. Elbette biz partiyi bulamazsak parti bizi bulacaktı.

Nitekim, daha sonradan öğrendiğimize göre, notumuz rüzgarın biriyle pencereden okunmadan uçup gitmişti. Ancak evren bu ya, ulaştığımız da öylesine park ettiğimiz bir yer de, genç güzel görünümlü bir adam yanımıza gelmiş ve bize Banyan Ağacının yanındaki partiye katılıp katılmayacağımızı sormuştu. Tesadüf olamazdı işte buna yaşamın ta kendisi deniyordu. Aslen parti DJ’lerinden biri olan Say, bize parti mekanını haritalandırmış ve hayatımızı oldukça kolaylaştırmıştı.
Artık ikimizin de heyecanı gizlenir durumda değildi. Acilen kendimizi markete atıp, alabildiğine meyve ve sebze ile buzluğumuzu doldurmuş hatta yanımıza 36litre su ve 9kg almayı da eksik etmemiştik. Tüm parti katılımcılarına yetecek büyüklükte bir karpuzumuz, birkaç şişe votka ve Bacardi ile belki içeriz diye kırmızı şarap da almıştık. Neredeyse 10 gün kıpırdamasak aç kalmamıza ihtimal yoktu. Bize göre parti çoktan başlamıştı bile… 3 gün 14 saat durmadan müzik dinlemek, dünyanın dört bir yanından gelen insanlarla tanışmak, bambaşka enerjilerin bir araya geldiğinde nasıl da muhteşem bir sinerji oluşturduklarına şahit olmaktan daha öte nasıl bir keyif olabilirdi ki yaşam da…

Belki tek sorun havanın sıcaklığı olabilirdi ama onu da dert edecek biri bu durumda çılgın olmalıydı… Darwin’in 120 km güney batısına yaptığımız yolculuk nihayet sona ermişti. Geldiğimiz yer ise, denizden ağaçların çıktığı, alabildiğine yumuşa kum ile kaplı koskocaman bir araziydi. Bizden başka, kamp yapan aile sakinlerini yolda görmek mümkündü. Ancak herkes 4 çeker araba ile kamp yapıyordu. Biz ise ton ağırlığındaki karavan’ımız ile, arka tekerleklerimizin havasını indirmiş, kuma gömülmeyeceğimizi umut ederek alenen “off road” yol dışı gidiyorduk. Peki ya parti neredeydi? Buralarda bir yerlerde kocaman bir Banyan ağacı olmalıydı… Zannedersem boyumuzu aşmış, gidebileceğimizden daha öteye gitmiş, bir çok kez ağaçlara çarpma tehlikesi yaşamış, devrilme ihtimalimiz ile sonunda derin kuma gömülmüş ve yolun ortasında kala kalmıştık.

Kumdan kurtulma çabalarımız bundan sonra ortalama 3 saat sürecekti. Önce kendi kendimize çabalamış, sonra 4 çekere jipi olan birilerinden yardım istemiş ancak hiç birinde başarılı olamayınca, çevredeki en yakın vinç yardımı ile kurtulmayı başarmıştık. Çöl sıcağının altında geçen kurtulma çabalarımızın sonunda ise elbette bitap düşmüştük. Ama parti gençliği yılmaz diyerek önce kendimizi okyanusun derin sularına atarak serinlemiş sonrada kendi çapımızda karavan da su bidonlarını birbirimizin üzerine boşaltarak tuzdan arınmıştık. Müzik henüz başlamamıştı, bu durum akşam yemeği yemek için şahane bir fırsattı. Ben yemeği hazırlarken sevgili yol arkadaşım Grant 8metre yüksekliğinde ve çapındaki T-pi’yi kurmaya başlamıştı. Devasa çadırımız kurulduğunda ve yemeğimiz bittiğinde müzik henüz başlamıştı. Ananas, Bacardi ve votka’dan oluşan buzlu shake’imizi hazırlayıp kendimizi dans pistine atmıştık. Burası hiçbir yerin tam ortasıydı. Sanki yeryüzünde değildik, evrenin başka bir yerine ışınlanmış ve bildiğimiz tanıdığımız diğer herkeslerden uzaklaşmıştık. Bütün üzüntülerimiz, kafamıza takılan dertlerimiz, gözümüzde büyüttüklerimiz ve acılarımız uzaklarda bir yerlerde hapsolmuş,bize burada dokunulmazlık sağlamıştı. Bir kabilenin dağılmış tüm üyeleri yeniden bir aradaydı. Tüm yüzler gülüyor, tüm vücutlar müzikle senkronize hareket ediyordu. Bu yüz yıllık muhteşem ağacın ortama kattığı enerji ise tartışmasız muhteşemdi. Üstelik ağacın en tepe yerine merdiven dayayıp, ağaç dallarının ortasına balık ağından devasa bir hamak dahi kurmuşlardı. Her şey alabildiğinde mükemmel, alabildiğinde ihtişamlı gözüküyordu. Aklımdan yaşamımın geri kalanını bu ağacın yanında geçirebileceğim fikrini bile geçirdim o sıra. Hayat bunca zor olmasa gerekti. Üstelik bu parti sadece eğlenmemiz için organize edilmişti. Hiçbir para kazanma amacı gütmeyen bu insanların önünde ayrıca saygıyla eğilmek istedim. Elbette bağış için gelenlerin 3-5 dolar vermesi bu durumda farz oluyordu. Kim böyle partilerin parçası olmayı arzulamaz ki?

O gece yorgunluktan fazla ileri gidemedik. Uyku vaktimiz erkenden gelmişti, ancak ertesi sabah uyandığımız da psyhedelic müzik yeniden başlamış, yatağında tatlı tatlı uyuyan herkesi piste ışınlamıştı. Saatlerce dans ettikten sonra okyanusa koşarak girmek artık adet olmuştu. Asıl parti ise bu gece başlıyordu. Bugün cumartesiydi ve Darwin’den tekneyle 200 kişi daha bize eşlik ediyordu.Sabahlara kadar dans etmiş, sıcaktan neredeyse 3 kere kıyafet değiştirmiştik. Hayatımın en güzel partilerinden birini geçiriyordum. Neredeyse keyiften gülmekten yüz kaslarım ağrımıştı. Ancak elbette bu şikayet edilebilecek bir şey değildi. Şuan burada olduğum için kendimi çok şanslı hissediyordum. Bana göre o an yeryüzünde olunabilecek başka hiçbir yer de yoktu zaten. Çağırsalar, üzerine para verseler gitmezdim.

Pazar günü sabah karşı uyandığımızda gün henüz ağarmamış ancak müzik en muhteşem şekliyle devam ediyordu. Hemen giyinip, yeniden dans etmeye koyulduk, elbette gün doğuşu ile zamanın ne kadar hızlı geçtiğine üzülmeden de edemedim. Ama ne fark ederdi, bu gece de parti devam ediyordu.

Öğleden sonra müziğe 4-5 saat ara verdik. Ve gece saatler 23.00’ı vurduğunda çekirdek kadro yeniden pistteydi. Sanırım bu sefer ki dans deyemimim 7 saat sürmüştü. Düşünüyordum; bundan daha özgür olamazdım, bundan daha mutlu, bundan daha keyifli…

Herkese teşekkür ederim, burada olmama neden olan, burada benimle birlikte olan, yanımda olan veya olmayan, beni destekleyen veya yaptığım her şeyin tamamen karşısında olan herkese, beni dengede tuttukları için, her şeye rağmen beni böyle olduğum için böyle kabul edip, böylesine öyle çok sevdikleri için teşekkür ederim.
jessie

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder