17 Ağustos 2011 Çarşamba

RINJANI VOLCANO CLIMBING DAY II



Sabah gün doğmadan uyandık ve eğimli zeminin üzerinde soğuktan donarak geçirdiğim geceyi sanırım bir ben bir de Grant biliyor. Rüzgar gece boyunca hiç durmadı. Hatta bir an bizi alıp uçuracak sandım ancak sabah uyandığımda uyuşmuş bedenimle birlikte hala uyku tulumunun içindeydim. Sabah kahvaltımız yine tabiî ki muzlu Pancake oldu. Üstelik bu sabah çay mı kahve mi diye sorduklarında kahve demiş olamama rağmen, kahvemin üzerine çay suyu dökmüşler ve o şekilde içmemi uygun görmüşlerdi. Hey dedim kendi kendime dağın tepesindeyiz, her şeye “evet”. Sanki başka çarem mi vardı?
Diğer yandan ise dağda beni ve diğer herkesi rahatsız eden bir pislik durumu söz konusuydu. İşin kötü yanı etrafı sarmalayan çöpler, volkana tırmanmaya gelen turistlerden çok yerli halkın acımasızlığından kaynaklanıyordu. Kırılan tüm yumurtaların ve soyulan tüm meyvelerin kabuklarından tutunda, sigara izmaritlerine kadar etrafı maalesef bok götürüyordu. Sanıyorum ki bu az gelişmiş ülkelerde sıklıkla rastlanan bir durum. Ama insan üzülmeden edemiyor. Hepimiz biraz daha fazla versek bu durumun ortadan kalkacağını bilsek o an bir şeyler yapacak kadar kötü hissettik kendimizi. Ancak konuşmanın ötesine geçmedik. İşin ilginç yanı, birkaç yabancı turistin dağın tepesine taşınabilir tuvalet getirmiş olmasıydı sanırım. Kamp yaptıkları her yere taşıyarak üstün bir performans göstermişlerdi. Bunun dışında dağın bir çok kamp yapılan alanı ne yazık ki insan dışkıları ve tuvalet kağıtlarıyla kaplıydı. Dilerim bu duruma en kısa zamanda müdahale ederek, bu doğa harikasını kirletmekten vazgeçerler.

LAKE OF THE RIMUzun lafın kısası saatler 07.00’yi vurduğunda aşağı doğru uçurumdan inmeye başlamıştık. Arada sırada bazı yerlere demir tutanaklar inşa etmiş olmaları takdir edilmeyecek gibi değildi. Bunun dışında göle varmamız neredeyse 3 saati buldu. Bir sağa bir sola kıvrılan inişli çıkışlı dağ eteklerinden geçerek sonunda volkanın iç kısmına inmeyi başardık. Sanırım dizlerimin titremesine artık engel olamıyordum. Durmak istiyordum ama diğer yandan da biran evvel varacağımız yere gelmek için sabırsızlanıyordum. Nitekim in in bitmeyen bu dağın bir de yine çıkışı olacaktı öyle değil mi? Aslında anın keyfini çıkartmanın tam da sırasıydı ancak her süreç de başka türlü bir test söz konusuydu. Göl kenarından kaymadan sıcak su kaynağına ulaşmayı başardığımızda saatlerimiz 11.30’u gösteriyordu. Öğlen yemeği hazırlanana kadar göldeki balıkları izledim ve uzandım. Hepimizin pestili çıkmıştı. Hava da giderek ısınmaya başlamıştı. İşte yeniden 600 metredeydik. Basınç yüzünden ellerim ve ayaklarımda şişmişti tabi. Kendimi patlayacak bir balon gibi hissediyordum. İki gün içerisindeki bunca değişikliğe vücudum gene iyi tepki gösteriyordu. Ama yalnız değildim orası kesindi.

VOLCANO THERMAL SPABir kez daha sebzeli pilav ve noodle yedikten sonra sıcak su kaynağına doğru yol almaya başladık. Tabi ki gene aşağı iniyorduk ve dönüşte iş başa düşecekti. Esen rüzgarın ise neredeyse tarifi yoktu diyebilirim. Ya yorgunluktan ya tozdan olacak, boğazım yanıyordu, dilim varmıyordu ama galiba hastalanıyordum. Tek dileğim sıcak suyun bana ve kaslarıma iyi gelmesiydi. Şelale şeklinde akan sıcak suyun altında saatler nasıl geçti bilmiyorum… Ancak saat 13.00 olmuştu bile ve yeniden 2000 metre tırmanmak için sadece 4 saatimiz vardı.Ve tırmanış ortalama 5 saat sürüyordu. Elbette yola koyulmak hiç kolay olmadı.
CLIMBING UP AGAIN
Artık takatımın kalmadığını hissediyordum, saçlarım ıslaktı, üşüyordum ve lanet olsun çok yorgundum. İsyan ediyordum ama kime? Sağ olsun Grant uzun bir süre çantamı taşıyarak ve beni suyla besleyerek bana çok destek oldu. Bayılsam yeriydi ama içimden hayır ben güçlüyüm diyordum. Herkes yapabiliyorsa neden ben yapamayacaktım ki? Neden sonra bir enerji geldi iyi de oldu, aksi takdirde geri dönmem gerekecekti. Yeniden kaya tırmanışına başlamıştık. Gerçek kaya tırmanışı bilmeyen insanların bu dağı nasıl tırmandığını düşünmeye başladım. Üstelik ben bunlara kafa yorarken, lokal taşıyıcılar ve bize eşlik eden guide’ımızda dahil olmak üzere çıplak ayak terlikle yürüyorlardı. Akıl almaz bir durumdu doğrusu. Sanırım bu gerçek hepimizi az daha kamçılıyordu. Yanımızdan batonlu profesyonel dağcılar da geçip tepeye doğru ilerliyorlardı. Kafamı 90 derece yukarı kaldırdığımda dahi tırmanan insanlar görüyordum. Sanki bu tırmanış hiç bitmeyecek gibi geliyordu. Hiç ama hiçte kolay olmadı. Ve bir noktada isyan ettim, sneakers, mars veya muzlu nutella, hayır hayır çilek ve nutella istiyordum. Açtım, yorgundum, enerjim yoktu, motivasyonum bitmişti. Neden yapıyordum ki ben bunu? Manyak olmalıydım. Belki de bu hayatımda yaptığım en çılgın şey miydi? Bilmiyordum ama düşünmek iyi geliyordu. Başka şeyler düşünmek. Nefesim kesiliyordu, üzerimden sular damlıyordu ve çılgın keskin ve serin bir rüzgar bizi yalayıp geçiyordu. İşte o son noktaya geldim ve guide’ımıza bağırmaya başladım “This it, i cant do this anymore” yok yapamıyordum. Bir şey yemem şarttı. Tamam dedi Tari, ve çantasından hindistancevizli kurabiyeler çıkarttı. Hepimiz kendimizi olduğumuz yere attık. Sanırım paketin yarısını yedim. Kendimi daha iyi hissettiğimde bir kesindi ama tepesi gözükmeyen bu dağa artık tırmanmak istediğimden emin değildim. Ya da öyle sanıyordum… Tabi ki yine yola devam ettik. Hepimizin ağzından kendi dillerimizde küfürler damlıyordu. Fransız Bennedicit’in her köşeyi döndüğünde karşısına çıkan yokuş ile bir kez daha isyan ettiğini duyuyordum ve yukarı bakmamaya çalışıyordum. Her şey bitip gün sonunda ulaşmamız gereken zirveye vardığımızda lokal bir adam portakal suyu, çikolata, biraz fresh su ve sprite satıyordu. Ah kaç paraysa verecektim, lütfen bana çikolata verin. Sanırım hayatımın en lezzetli çikolatasını işte orada yedim. Neredeyse adama sarılıp öpecektim. Çöl de vaha bulmak gibi bir şeydi bu.

Kampa ulaştığımızda, çadırımızdan sabah tırmanacağımız SUMMUIT gözüküyordu. Yığılıp kalmışım, uyandığımda yemek vakti gelmişti. Tabi ki yine pilav ve sebze yemiştik. Günlerdir tuvalete gitmiyordum. Ama vücudumda da hiçbir rahatsızlık hissetmiyordum. Bir rivayete göre enerji harcamaktan vücut buna ihtiyaç duymuyormuş. Bilmiyorum ancak zehirlenmedim gayet sağlıklıyım, işin sırrını da henüz çözemedim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder