25 Haziran 2010 Cuma

BEING A SEVENTEEN IN AUSTRALIA



Yollar akmaya devam ettikçe karşımıza çıkan tüm gezginleri izlemeye başladım. Her ülkenin kendine has yaşam tarzı elbette Avustralya gençliğini de belli bir sistemin içinde besliyordu. Ülke ne kadar batılı, ne kadar zengin ve gelişmiş olursa, içerisinde yaşayan insanlar da bir o kadar farklı oluyorlardı anlaşılan.
Bizim bildiğimiz veya zamanında bize öğretilen, hayatı neredeyse 18 yaşına geldiğiniz de bir anlam kazandığı değil miydi? Bu durumda, doğduğumuz andan o yana geçen 17 sene neredeyse büyümeye çalışmak veya toplum tarafından erişkin ve sayılan bir insan haline gelmek için geçirdiğimiz zaman sona ermiş oluyordu. Şimdi görüyorum ki aslında hiçbir şeyin bir kalıbı olmak zorunda değil. Tüm Avustralya’da, 17 yaşında olan gençler, ehliyetleri ve karavanlarıyla ellerini kollarını sallayarak kendi topraklarını tanıma fırsatını elde ederken, bizim ülke gençlerimiz anca kendi başlarına alışveriş yapmayı ya öğreniyor ya öğrenmiyor. Kimi erkekler askere gitmeye hazırlanırken, kimi kızlar kendilerini hala hayata hazırlamaya çalışıyor. Oysa atladığımız büyük bir nokta var ki; hayat zaten devam ediyor ve hatta doğduğumuz andan itibaren biz o hayatın bir parçasıyız. Ayrıca bize öğretildiği ve sürekli tekrarlanıp durduğu gibi, ne yaşlanınca kaybedecek zamanımız var ne de yaşamaya gerçekten başlamanın herhangi doğru bir zamanlaması. Varlığımızı fiziksel yaşamımızla sürdürdüğümüz bu evrende her an her saniye kendi realitemizi zaten yaşıyoruz.

Tanıştığımı 2 genç, neredeyse aylardır yoldaydı. Bir karavan satın alıp, mezun oldukları liseden ayrıldıktan sonra yapılacak en şahane şey sizce de gezmek değil mi? Üstelik Avustralya’da “yeni başlayanlar” yani “New Start” diye bir statüde olduğunuzu bildirdiğiniz sürece, devlet size ayda en az 2000 dolar para yardımında bulunmakla kalmıyor. Bir de iş arıyorum ondan arabamla geziyordum, benzin paramı da karşılar mısınız? Dediğiniz takdirde de sizi hayal kırıklığına uğratmıyorlar.Böylece 17 yaşında, sadece ülkenizin işleyiş sistemini anlamakla kalmıyor, aynı zamanda ailenize de bağlı olmak zorunda olmadığınızı ve kendinize bakabileceğinizi fark etmiş oluyorsunuz. Üstelik bana göre artılar bununla da sınırlı değil, yollar boyu araba kullanıyorsunuz, üzerine gördüğünüz doğa harikaları ve yaşadığınız deneyimler de bonus olarak kalıyor. Bir tek şehir de ömrünüzü tüketmek zorunda olmadığınızı fark edip, hayal gücünüzün sınırlarını zorlayıp başka ülkelerin kültürlerini görmek için de kendinizi motive edebiliyorsunuz. Böylece daha hızlı büyüyor, daha çabuk öğreniyor ve belki de hayatınıza çok daha kolay şekil veriyorsunuz. Çünkü gördüğünüz opsiyonlar dahilinde ne istediğinizi daha net biliyorsunuz.

Üstelik şehir yaşamının sıkışmış, stresli konservatif düşünce sisteminden de uzakta kalabilmek, doğayla baş başa farklı farkındalıklarını da yüzeye çıkartabilmek için mükemmel bir fırsat yakalamış oluyorlar. Böylece, doğaya saygı duymak, hayvanları incitmemek ve beklide yolda karşılaştıkları yabancılara güvenmek veya güvenmemek gibi ekstra başka yetenekler de geliştirmiş oluyorlar.

Hikayenin ilginç kısmına gelecek olursak; Mickey ve Ash aylardır Avustralya’nın batı kesimini geziyorlar. Süre sonra Melbourne’e dönmeye karar veren çift, gece karanlığında yol kenarında genç bir çocuğu otostop çekerken görüyorlar. İşin ilginci, otostop deyince hepimizin aklına korkutucu saçma hikayeler geliyor. Ancak olaylar hiç de sizin tahmin ettiğiniz gibi gelişmiyor. 10 km yol aldıktan sonra, yol kenarındaki otostopçu çocuğu almadıkları için kendilerini kötü hisseden çift geri dönüyor. Ve bu sefer çocuğu yolun öbür tarafında yürürken görüyorlar. Bu durumda durup ne taraf gittiğini soruyorlar, çünkü çocuğun sürekli karşıdan karşıya geçip yön değiştirmesi gariplerine gidiyor. Ancak çocuğun hikayesi de ayrı bir enteresan olduğu için, gecen kör karanlığında sadece geçen bir tek arabanın durup onu almasını arzulaması elbet karşıdan karşıya geçip durmasını mantıklı hale getiriyor. Bu durumda çocuğun hikayesine gelecek olursak; günlerdir dayısıyla arabayla gezen genç o gece ufak çapta bir tartışma yaşıyor. Bunun üzerine, masadan kalkıp giden dayısı, çocuğun eşyaları da dahil olmak üzere her şeyi alarak olay mahallinden uzaklaşıyor. Bu nasıl bir mantık diyecek olursanız? İnanın ben de bilmiyorum. Ne kavganın boyutunu ne de içeriğini biliyorum. Bildiğim tek şey, 23 yaşında bu gencin parasız ve kıyafetsiz sokakta bir başına kalmış olduğu. Allahtan Avustralya ülke olarak bu manada fazla korkutucu değil de zavallı otostopçu çocuk Ashley ve Mickey’nin karavanında son bulabiliyor.

17 yaşında ki Avustralyalı Ash ve Yeni zellandalı sevgilisi Mickey’ye bana ilham kaynağı oldukları için teşekkür ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder