8 Haziran 2010 Salı

“SOUTHERN ORACLE “ The Festival










Tüm yolculuğumuz boyunca festivalleri kaçırmış olmaktan dolayı şikayet ederken, aslında hiçbirini yakalamak için ekstra çaba da sarf etmediğimizi fark ettim. Bu durumda Sydney’e uçup geri gelme fikrinin temeli de buraya dayanıyordu zaten. 14-16 Mayıs tarihleri arasında Brisbane’in kuzeyine denk gelen Warwick adlı şehir de sanat ve müzik festivali düzenleniyordu. Elbette bu festivali kaçırmak çılgınlık olabilirdi. 60 saat boyunca hiç durmadan müzik çalacak, herkes dans edecek ve kamp yaparak konaklayacaktık. Neredeyse 2000 kişinin gelmesi bekleniyordu… Bu durumda arabaya atlayıp yola koyulduk. Ortalama 300km yol aldıktan sonra Warwick’e gelmeyi başardık. Festival alanı bir ormanın tam ortasında olduğu için henüz ilerlememiz gereken 37km daha bulunuyordu ki egzoz borusundan gelen çılgın ses bizi kendimize getirmeyi başardı. Artık ilerlemek neredeyse imkansızdı. Arabadan gelen ses, yoldan geçen herkesin ilgisini çekmemize neden oluyordu. Elbette sağa çekerek hemen yardım çağırdık. Yardımın gelmesi 1,5 saatten daha fazla sürdü. Elbette yardım geldi de ne oldu, bizi bir egzozcuya götürüp bıraktı. Sanki biz 100 metre ilerleyip bunu tek başımıza halledemezmişiz gibi. Bazen batılı ülkelerin bu saçma sistemlerine şaşıyorum. Bunca pratik zeka ve eğitim dahilinde çok daha atak olmalarını beklerken, 1.5 saatin sonunda yanımıza ulaşan bir adamın” hmm egzozunuz patlamış” demesine bir anlam vermek kolay olmuyor. Tabi ki egzozumuz patladı ve tamire ihtiyacı var, bana bilmediğim bir şey söyleyebilir misin? Ancak bu yolculukta öğrendiğim bir şey varsa o da sakin olmak ve yaşamı geldiği gibi almak. Bize yardımcı olmaya çalışan adam 5 dakika sonra ortadan kayboldu. Tamir için ise 1 saate ihtiyaçları vardı.
Arabamız tamir olduktan sonra ne kadar mutlu olduğumu tahmin bile edemezsiniz. Yazık ki karavanımız eski olduğu için her yeri dökülüyor. Bu durumda vitesler zor yer değiştiriyor, egzozdan ve motordan çılgın bir ses geliyor. Su ısıtıcısı dahil olmak üzere bardaklar dahi kırıldı. Kapıların macunları yerinden çıkıyor ve enteresan bir şekilde elimizi attığımız her şey alenen elimizde kalıyor. Bütün bunlara sempatik bir hatıra gözüyle bakarak yola devam etmeye çalışıyoruz ancak, arabanın üstünü vurduğumuz günden bu yana, yapıştırıcı kenarlardan akarak kendini gösterme başladığı için, karavanı teslim etmeden önce bir an evvel bu işi de halletmemiz gerektiğine karar verdik. Neyse ki egzoz tamir olduktan sonra, en azından arabadan gelen o çılgın motor sesi az olsun kayboldu ve vitesler çok daha rahat geçmeye başladı.
Yeniden yola koyulduğumuz da saat 15.00 olmuştu bile. Hava kararmadan festival mekanına ulaşmayı hedef belirlemiştik. Nitekim uzunca bir toprak yoldan geçtikten sonra, ağaçlarla kaplı bu masif alana ulaşmayı başardık. Hava hafiften ısırıyordu. Gece soğuk olacağa benziyordu. Elbette güneş battıktan sonra ağzımızın payını aldık. Neredeyse eksi dereceye düşen bu iklimden nasıl sağ çıktığımızı bilmiyorum ama yeni tanıştığımız kamp komşularımız ateş yakmasaydı beklide şuan bu satırları hayata geçiremiyor olabilirdim. Çantam da var olan tüm kıyafetlerimi üzerime geçirmiş olmama rağmen sanki çölde gece hayatta kalmaya çalışıyormuşuzcasına bir soğuk iliklerimize kadar donmamıza neden oluyordu. Ateşin yanından güçlükle ayrılarak karavanımızın içine döndük. Elbette sabahın erken saatlerinde güneşle birlikte güne uyandığımız da acil sıcak bir duş ihtiyacıyla yanıp tutuşarak vücudumun donmuş kısımlarını su da çözmeyi becerdim.

Güneş varken hava sanki 30 dereceydi, yokken ise 0 derecenin altında seyir ediyordu. Bugün hazırlık günüydü. Herkes çadırlarını kuruyor, sahneler hazırlanıyor, panayır alanı hazırlanıyor, bir şeyler satacak olanlar ise dükkanlarını düzenliyordu. O koskocaman bomboş alanın nasıl da insanlarla dolup taştığına sahit olmak için harika bir andı bu. Güne yeni insanlarla tanışarak, değişik hikayeler dinleyerek ve kendimizi tanıtarak devam ettik. Akşam olduğunda ise yemeğe ortalama 12 kişi davetliydi. Yaktığımız kamp ateşinin etrafında sohbet eden bu insanlara Grant ve Vanessa ile birlikte sebzeli pizza hazırladık. Ya yaptığımız pizzalar muhteşemdi, ya Grant’in mutfak aletleri çok başarılıydı ya da biz o kadar açtık ki yediğimiz her şeyin tadı mükemmel geliyordu.

Pistler de müzik çoktan başlamıştı bile, artık insanların arasına karışma, havalarda zıplama ve mükemmel line up’lar dinleme zamanıydı. Yemek akabinde hızlıca yürüyerek, yeni kurulan piste gittik. İnsanlar çoktan müziğin akışına kendilerini kaptırmış, soğuk havayı unutmuş keyfe dalmışlardı bile. Bu kervanın bir parçası olmaktan dolayı kendimle gurur duyarak ben de dans etmeye koyuldum elbet.

Bir soğuk geceyi daha böylece sonlandırmayı başardık. Festivale erken geldiğimiz için de ayrıca kendimi mutlu hissettiğimi itiraf etmeliyim. Hayatım boyunca hiç bu kadar huzur dolu anları peş peşe yaşadığımı ve bunca yüzümün güldüğünü hatırlamıyorum. İşte tam da bu nokta da insan kendine hayattan ne beklediğini veya beklide ne arayıp durduğunu sorma ihtiyacı duyuyor. Burada ki insanlar mıydı beni mutlulukla dolup taşıran, yoksa doğanın o mükemmel sesi ve enerjisi miydi içimi huzurla kaplayan? Ya da belki de olmayı arzulayabileceğim tek yer orası mıydı o an? Kapital yaşamımızda öğrendiğimiz tüm öğretilerden ve yapmak zorunda olduklarımızı sandıklarımızdan uzaklaşmış olmanın verdiği dinginlikti belki de benimkisi. Hep daha fazlasını istemek ve bunun için savaşmaktansa, yaşadığımız anın değerini ve tam da orada olabilmeyi başarmanın verdiği zafer duygusuydu bunu baştan aşağı mutlu kılan.


SOUTHERN ORACLE DAY II
Sabah güne uyandığımız da saat 07.00’yi gösteriyordu. En hızlı şekliyle kıyafetlerimle birlikte yattığım yataktan fırlayarak dans pistine koştum. Yine herkes oradaydı, tüm sevdiklerim, hiç tanımadıklarım ve beklide en yakınlarım… Güneş yükseldikçe ısınıyor, ısındıkça üzerimden bir katman daha çıkartıyordum. En sonunda altımdaki mayo ve pantolonum ile kalmayı başardığımda sıcaktan bayılmak üzere olduğumu sandım. Böylece aç olduğumuza da kanaat getirip bir şeyler yemek için kamp alanına geri döndük. Gün boyunca mükemmel müzikler dinlediğimi, çimlerin üzerine yatarak güneşlendiğimi ve birbirinden değişik insanlarla sohbet ettiğimi söyleyebilirim. Toz toprak içinde kaldıktan sonra ise sıra duşa gelmişti yine. Duş akabinde ise, 300 metre ileride ki gölün etrafında mobil DJ çalıyordu. Ve elbette bu anı kaçırmak olmazdı. Duş almış olmak hayatımda pek bir değişikliğe neden olmadı ne yalan, çünkü 15 dakika sonra yine toz toprak içinde kalmıştım. Ama inanır mısınız umurumda bile değildi. Hiçbir şey umurumda değildi. Ne kirli ne temiz olmak. Tek bir şey vardı asla vazgeçemeyeceğimiz onun da adı mutluluktu, ellerimin içinde sıkı sıkı tuttuğum.

Gölün etrafında ki bu partide en fazla 50 kişi vardı. Belki de diğerleri buraya kadar yürümeyi göze alamamıştı ya da belki de farkında bile değillerdi. Öylesine bir karavandan öylesine yüksek tonda böylesine müthiş bir müzik nasıl yükselebiliyordu ben de bilmiyorum ama adı üstünde değil miydi “mobil DJ”di işte… Koca karavanın arkası devasa hoparlörler ile kaplıydı. Mix yapmak için bir kaç set, alet edevat, ne iserseniz vardı...Sahnede çalan D'den pek de bir farkı yoktu gerçekten de...

Geri döndüğümüz de hava neredeyse kararmak üzereydi. Yine acıkmıştık. Bugünü makarna günü ilan ettik. Festival esnasında tanıştığımız Dameon bize balkabağı ve mısır ile mükemmel bir makarna sosu hazırladı. Ben de bu arada makarnayı pişirdim. Güçlerimiz birleştiğinde ise 2 gün boyunca hepimizin karnımız doyacak kadar yemeğimiz oluşmuştu. Kısa yemek aramızın ardından yine müzik peşine koşmuştuk. Bir pistte hep canlı müzik çalıyordu, daha çok yumuşak tınılar çalıyordu burada; Reggae, dub, soft rock …vb bu pistin önünden geçip diğer ana piste ulaştığınız da ise psychodelic trance, progressive techno ve house benzeri, funk gibi bir çok müziği dinlemek mümkündü.

Bir tek tane fotoğraf bile çekemediğim tüm festivali sadece kelimelerle tasvir etmek neredeyse imkansız. Her karesini aklımda tutmak için eksta çaba göstersem de, etrafta gezen peri kıyafetli kızları, Kızılderili şapkalı insanları, üstü başı rengarenk boyalarla “peace, love” diye boyanmış yüzelrce insanı. Kostüm partisindeymişcesine allı pullu, yarasa kollu giyinen kadın ve erkekleri, yırtık pırtık taytların üzerine yine yırtık pırtık giyilmiş deri parçaları, uzun botlar ve birbirinden kitch kıyafetlerin sadece bir kısmını hatırlayabiliyorum. Bu kadar güzel insanın, bir araya gelmesine vesile olan bu festivali ise yürekten destekliyorum. Her sene Southern Orcale’a gitmek için de elimden geleni yapabilirim diye düşünüyorum.

Saat 21.00’de başlayan ateş gösterisi tek kelimeyle mükemmeldi. 1 ay sonra soğurmak üzere olan hamile kadının üstün performansı ise görülmeye değerdi. Kocasıyla birlikte iki ucunda ateş olan boruları muhteşem bir senkron ile çeviriyor bir diğer yandan da dans ediyorlardı. Kendi boyu kadar büyük hullahup’un ucunda yanan 6 ateş topunu korkusuzca çeviren sarışın kıza ise hayran kaldım. Bir yandan dans ediyor,diğer yandan inanılmaz bir hız ve koreografiyle hullahup’u çeviriyordu. Ateşli poi’ler, ağızlarında ateş söndürmeler, ön ve arka tekerleği birbirinden ayrı olan bisiklette ateş topları çeviren çocuk ve daha nicelerini festival de seyretme şansına sahip olduk.

Zaten Avustralya’daki bu festivallerin hemen hemen çoğuna kimse para vermiyor. Gönüllü olarak, festival yararına bir şeyler yaptığınız sürece o festivalden bu festivale para vermeden gezip durabilirsiniz. Hatta burada belli bir işinizin bile olmasına gerek yok. Her şeyleriyle rahatlık peşinde olan Avustralyalıların Sydney ve Melbourne’da yaşamayan insanları stresten, paradan ve yaşamsal korkulardan uzak sadece kendi mutlulukları ve anın değeri için yaşamlarını sürdürüyorlar. Sanrım işte bu sebepten bir karavan alıp ülkelerini gezmek,kariyer sahibi olmadan da yaşam sürdürmek onlar için gayet olası ve cazip.


LAST DAY OF THE SOUTHERN ORACLE

Sanki bu festival hiç bitmesin istiyorduk. Bugün hava bulutluydu, bir miskinlik belki de bir karamsarlık çökmüştü etrafa. Neredeydi her yeri aydınlatan, yaşamlarımıza enerji katan, içimizi ısıtan güneş? Bugün pek ortaya çıkacağa benzemiyordu… Festival sona ermişti. Artık toplanma vaktiydi... Hoşçakal deme, veda etme günüydü...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder