8 Haziran 2010 Salı

SPRING BROOK, TWIN FALLS









Birbirlerine çok benzedikleri için mi ikiz şelaleler demişler, yoksa konuyla hiç alakası yok, yer gök şelale ile dolu olduğu için mi bilemiyorum!!! Ama konuyla ilgili bildiğim ilgin şeyler var ki; şelale buz küpü gibi ve alabildiğine kocaman. Enteresan mağaraların arasından geçerek ortalama 4km yol aldıktan sonra ulaştığımız göl gerçekten de az önce erimiş buzu andırıyordu. Her nasılsa Avustralya’ya adım attığım günden beri, yazık ki bir kez olsun suya gönül rahatlığıyla, üşümeyeceğimi bilerek giremedim. Sanırım bugün bu sınırlarımı aşma günümdü. Ayaklarımı soktuğum an fikrimi değiştirdim ama hayır vazgeçmemeliydim. Denize girmeye benzemiyordu bu. Yürek istiyordu. Nefesimi tuttum ve atladım ama tutmama da çok gerek yoktu, nefes alamıyordum ki artık. Kalbim duracak sandım, hareket etmek dahi ne kadar ağır bir deneyim olabilirdi ki? Ama yok, öyle konuşmaya benzemiyordu. Kayalara ulaşıp, vücudumu dışarı çıkartmayı başardığım esnada yeniden yaşadığımı hissettim diyebilirim. Ayaklarım ise hala suda yanmakla donmak arasında gidip geliyordu. Ama çok fresh bir histi bu, sanki aydınlanmıştı etraf. Güneşin varlığına teşekkür etmemek ise içten değildi. Yeniden doğmuş gibiydim sanki. Elbette bu başka bir şelale gördüğümde girebileceğim anlamına gelmiyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder