11 Haziran 2010 Cuma

A LITTLE BIT OF MELBOURNE






Açıkçasını söylemek gerekirse, Sydney’den Melbourne’e gelene değin hep ne kadar çok üşüyeceğimi düşündüm. Hani ben hep derim ya insanın aklına gelen başına gelir. Ne düşünürsün kışı, kuru soğuğu? “Güzel şeyler düşün” diye 1.65’lik boyunla evrene mesajlar vermeye kalkıp kıştan korkarsan sonunda bir yerde ilelebet yakalamaz mı seni? Nitekim Melbourne’e ulaşana değin mavi gökyüzü ve pofidik bulutlar üzerimizden hiç ayrılmadı ancak ne zaman ki hava karardı işte o zaman koşarak kuzeye geri dönmek istedim. Elbet işler bu kadar basit ilerlemiyor hayatta. Bu nedenle kaderime boyun eğip, kendime üşümediğimi ve bu yüzden ölmeyeceğimi söylemeye başladım.

Açıkçası Melbourne’un batı kısmı oldukça multi-nasyonel. Bu nedemek dersenizgeçtiğim cadde boyunca sağlı sollu varlıpını sürdürmekte olan tüm dükkanlar başka bir memleketin malzemelerini satıyordu. Restoranlar deseniz, aklınıza gelebilecek her çeşit dünya mutfağını burada bulabilmeniz mümkün. Yani Melbourne’de insan sıla hasreti çekmekte gecikebilir.


Bunun dışında bu şehrin en büyük özelliği zannedersem kışın güneşin varlığının ortadan kayboluşu. Puslu ve karanlık hava adete Londra’yı andırıyor ne yalan… Kasvet yok desem yalan olur. Eh şehir hayatı elbet, sokakta yürüyüp de sabahın köründe dahi gülümsemeyi beceren bir ben vardım Tanrı sizi inandırsın. Hah şaka bir yana, Avustralyalılar genelde güler yüzlü insanlar, siz merhaba derseniz onlarda mutlaka karşılık verip, iki salak espri yapıp eğlenirler genelde. Ancak şehirde bu sempatik havanın yerini puslu bulutlar aldığı için herkes gayet cool bir şekilde önüne bakarak yürümeye devam ediyor.

Devasa binaların arasında ilgimi çeken tek mimari yapı ise tren istasyonu oldu. Yıllar evvel inşa edilmiş olan bu istasyonun tavanı adete mimari bir sanat eseri olarak tasarlanmış. Üstelik kaç metre karelik bir alana yayıldığını bilmiyorum ancak oldukça masif bir yapı olduğunu belirtmeliyim.

Bir de Melbourne’ün elbette “Kings Street”i meşhur. Eskiden daha da popüler bir sokak olan bu mekan da her türlü çılgınlığa rastlamak mümkün. Gay’lerin kendini özgür hissettiği, sokak kadınlarının rahatlıkla çalıştığı, kendini anormal hissedip normal olmayı özleyen kim varsa bu sokakta çılgınca içip eğlenebilir

Böylece bir büyük şehir daha görmüş oldum. “Başım göğe erdi mi?” diye merak edenler var ise itiraf ediyorum, ermedi. Ve hiçbir perspektifim de genişlemedi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder