8 Haziran 2010 Salı

NATURAL BRIDGE






Bugün günlerden ne, aylardan mayıs ancak ayın kaçı, saat kaç veya ben neredeyim hatta nereye gidiyorum sorularının hiçbir öneminin olmadığı bir gündü. Günün adına mutluluk koyup, her sabah aynı güne yeniden uyanabileceğimi düşündüm gün boyu. Buz gibi ormanın içinde sıcacık güneş ve yine gürüldeyen şelalelerle dolu cennete benzer bir gündü sanki.

Ormanda yürüyüşle geçen bu günün ardından, güneşin batmasını neredeyse büyük bir sabırsızlıkla bekledim. Akşam olduğunda, otobüslerle turistler “natural Bridge”in yanına yanaşmaya başladı. Bir otobüs gelip, diğeri gittikten sonra, saat gece yarısını geçmiş ve parıldayan mağarayı ziyaret etmek sırası bize gelmişti.


SPARKLING CAVE
<(No Pictures)
Fenerleri elimize alıp yürümeye başladığımızda, gecenin bir vaktinde göz gözü görmeyen ormanın tekinde, karanlığın içine doğru yürüdüğüme inanamazken, diğer bir yandan da böyle bir şeyi deneyimlediğim için kendimle gurur duyuyordum. Aşağıda fazla ışık yakmamak gerekiyordu, hatta mümkünse sessiz konuşmak da bir diğer kuraldı. Mağaranın içinde bulunan parıltılı taşlar İngilizce tabiriyle “Glow worms” hassas oldukları içinde, kendi doğal ortamları dışında rahatsız edildiklerinde renklerini söndürüyorlarmış. Bu durumda, köprünün etrafından geçerek, mağaranın içine dökülmekte olan şelalenin çıkarttığı çılgın gürültü eşliğinde mağaraya daldık. Sanki kumsal da yatmış yeşil yıldızlarla kaplı gökyüzünü seyrediyordum… Bu nasıl bir doğa harikası olabilirdi ki? Tüm mağaranın içi karanlıkta parıldayan bu taşlar ile çevrelenmişti. Tadına doyana kadar mağarada kaldık, ne zaman ki soğuk iliklerimize işlemeye başladı, işte o esna da geri dönmeye karar verdik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder