11 Mayıs 2010 Salı

AUSTRALIA ZOO 27.04.2010












Bugün Avustralya’nın en büyük hayvanat bahçesini ziyaret ettik.
Aslında sadece yolumuzun üstü olduğu için değil, buraya özel vahşi yaşam hayvanlarına, yani “Wild Life Animals”ı hayvanat bahçesine gitmeden deneyimlemek oldukça zaman istiyor. Sadece dün araba kullanırken, ilerlemekte olduğumuz tepeye doğru giderken zıplayan bir kangurunun karşıdan karşıya zıplayarak geçmesine şahit olduk. Üstelikte geçtiği andan tam 60 saniye sonra geçiyor olsaydı bekli de burun buruna gelecektik ve arabamız paramparça olurken o da yaşam savaşı veriyor olacaktı. Bu hikayeyi dile getirmemin nedeni elbette sadistlik veya negatif bakış açısı değil. Avustralya karayollarında vakit harcayan, hemen hemen tüm turistler ve gece araba kullanmakta ısrarcı olan yerel insanlar çoğu zaman bu sonuç dahilindeki manzara ile karşılaşıyorlar. Bu durumda Kanguru ve benzerlerini etrafta fazla görmediğimiz için evren adına şanlı kendi adımıza şanssız mıyız? Yoksa aslında her şey göründüğü kadar basit değil mi? Elbette tartışılır.

Bugünkü hayvanat bahçesinin, ana teması aileler adına çocuklarının bu canlılara nefret ve benzeri duygular beslemeden, onlara kendi alalarını tanımaları gerektiğini öğretirken, Vanessa ve ben gibi doğaya meraklı tiplerin ise bilgi dağarcığını genişletmekti.


Hayvanat bahçesinin sloganından yola çıkarak “ The homeland of the Crocidle hunter” kurucusu, dünyaca ünlü Steve Irwin’in bir timsah tarafından öldürülmesine de sanırım hiç şaşırmamalı. 1970 yılında kurulan hayvanat bahçesi, Steve’in aslında hayaliymiş. O hayat dolu enerjisini hayvanat bahçesinin her noktasına taşımış olduğunu ve kendisini hala yaşattığını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.
Elbette bana sorsanız gene, şımarık şımarık Kamboçya’da gördüğüm, reklamdan ve kapital içerikten uzak, sade ama içi dopdolu hayvanat bahçesinin, benim adıma daha anlamlı olduğunu söylerim. Ancak bir şeyi atlamamam gerekir ki, o da hayvanat bahçesinin inanılmaz derece de büyük olup, tüm hayvanlara kendi alanları yarattığı için takdir edilecek konumda olduğudur. Üstelik yüzlerce kanguru’ya ev sahipliği yaparken, timsahlar, kuşlar, pandalar, koalalar, kaplanlar, yılanlar, filler ve ismini hatırlamakta güçlük çektiğim milyon çeşit iguanalar ile birbirinden çeşitli hayvanlara yer vermiş olmaları da ayrıca mükemmeldi.


Giriş ücretimiz 57$ olmak suretiyle, içine başka hiçbir şey dahil değildi. İçeride ki kalabalığı tasvir etmekte zorlanıyorum. Henüz 3 yaşında bile olmayan çocuklardan tutun, 70 yaşında ki yaşını almış insanlara kadar her yaştan ve ülkeden insan mevcuttu.
Müthiş bir gün geçirdiğimizi söyleyebilirim. Hatta ortalama 4,5 saatimizi hayvanların arasında gezerek ve onlarla ilgili bilgiler edinerek gezdik.
Tartışmasız dünyanın en sempatik hayvanı “Koala”ydı. Günde 18 ile 20 saat aralığında uyuyan bu dünya şekeri gri kürklü hayvanlar, durdukları yer de öylece uyuyorlar. Genellikler popolarını hafifçe parmağınızla okşayınca gözlerini hafif açar gibi oluyorlar ama majör bir hareketi izlenilmemek neredeyse imkansız. Sadece yaprak yedikleri için hemen hemen hiç enerjileri olmayan bu hayvanları, ikimiz de bugün evimiz de besleyebileceğimize inanıyoruz. Ne olur ki, biraz sarılıp uyuyup evi terk edip akşam gelsem, gene aynı ağaç kovuğunun üzerinde öyle durduklarını şimdiden görür gibiyim… Şaka bir yana, dünyanın en uysal, en tatlı, en şirin en sempatik yaratıklarını sonunda görebildiğim için kendimi çok şanslı ve özel hissediyorum.
Bu yüz senelik kara kaplumbağalarına gelince, yerlerinden hareket etmeleri neredeyse bir asır sürdü. Kaplumbağaların dış kabuğunu ve bacaklarını okşadığınız da ısınarak hareket etmeye başladıklarını biliyor muydunuz? Nasıl ki biz de koşmadan önce streching yaparız bu hayvanların da biri tarafından okşanmaya ihtiyaçları var. Üstelik enerjilerini de sadece güneşten aldıkları için hava soğuk olduğu takdirde kendi mağaralarından dışarı da çıkmıyorlarmış. Ve kaplumbağalar vejetaryen falanda değilmiş, gayet güzel etobur bir milletmişler.


Milyon çeşit kuşun tepemizden uçtuğu stadyuma geldiğimizde yeni bir şov başlamak üzereydi…Aslında çocuklar için müthiş bir deneyimdi bu. Hayatları boyunca kolay kolay göremeyecekleri tüm hayvanlar ile haşır neşir olabiliyorlardı burada. Tüm hayvanları beslemek için ayrı çeşitler deki besinleri satın alabiliyordunuz ve avucunuzu uzattığınız da özellikle kanguru’lar kıtlıktan çıkmışçasına yanınıza koşarak saniyeler içinde yemlerini bitiriyorlardı. Lezzetli bir şey olsa içim yanmayacak. Şova dönecek olursak; önce çeşit çeşit onlara kuş uçtu tepemizden, kanaryalar, papağanlar,güvercinler ve adını hatırlayamadığım niceleri… Daha sonra bir adamın boynunda devasa bir su yılanı çıktı sahneye, havuzun içinde dolandı durdu tüm ihtişamıyla… Ve işte sıra timsahlara gelmişti. Ben Tayland’da çok daha enteresan bir şovun izleyici olarak şahsen, bu şovdan pek de fazla etkilenemedim. Ama timsahların büyüklüğü ve vahşiliği su götürmeyecek kadar da gerçekti, itiraf etmeliyim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder