11 Mayıs 2010 Salı

NORTH BRISBANE



Açıkçası tam olarak Brisbane’den ne beklediğimi ben bile bilmiyordum. Sadece büyük bir şehir olduğuna emindim işte o kadar. Nitekim o kocaman şehrin kucağına kendimizi atmadan evvel artık bir kamp alanında geceleyip, karavanımızı ve pili biten her türlü, fotoğraf makinesi, telefon ve laptop tadındaki elektronik aletlerimizi şarj etmemiz gerekiyordu. Ayrıca karavanı kiralayalı beri 20 gün olmuştu ama henüz biz hiçbir şeyi çamaşır makinesinde yıkayamamıştık. Bu nedenle fiyatı her ne olursa olsun bugün “laundry” yapmaya kesin kararlıydık. Arabaya biner binmez, tüm çarşaf, yastık kılıfı, havlu ve benzeri ne varsa toplayıp bir çöp torbasına doldurmak suretiyle kucaklayıp çamaşır makinesinin başına gittim. Aletin üzerin de 4.00 yazıyordu, tahminimce bu 4$ anlamına geliyordu, bu durumda makinenin sağ tarafında bulunan deliklerden içeri 1’erlik 4 adet doları atıverdim. Eşyalar makinenin içinde kapak kapalı, alet birden su almaya başladı, hemen 2$ vererek aldığımız içler acısı deterjanı kapaktan içeri boca ettim. Deterjanımız yazık ki limon kokuyordu. Eh paketin üzerinden koklamak pek mümkün olmuyor… Ayrıca o mis kokulu çamaşırlara da hasret kalmıştık. Kimse bize bu kokunun aslında bir lüks olduğunu söylememişti, ama şimdi anlıyorduk. Her şeyin değeri ne de olsa yoklukta anlaşılıyordu öyle değil mi?
45 dakika sonra çamaşırlarımız mis gibi olacaktı. Bu sırada biz de duşa girmeye karar verdik. Ancak bu süreç baya acılı oldu. Duşa girdiğimiz sırada kamp alanında yaşamlarını uzun zamandır sürdüren ailelerin 3’er 5’er çocuklarının da yıkanma saatleri gelmişti. Bu durumda kafiyeli isimler arka arkaya sıralanmaya başladı “Joe yapma, Julie dur, Annie soyun…” ve tabi yükselen çığlıklar, duş yapmak istemeyen ve ölümüne ağlayan küçücük kızlar… Aman Tanrım, Vanessa ile bağırsak dahi birbirimize seslerimizi duyuramayacak kadar fena bir gürültünün ortasında kala kalmıştık. Sanırım hayatımızda aldığımız en gürültülü en zor duşu aldık… Sinirden ben gülmeye, Vanessa ise ağlamaya başladı diyebilirim… Elbette en kısa zamanda duştan kendimi attım ve yemek yapmaya koyuldum. Bu arada da Vanessa bulaşıkları yıkadı ve uzun zaman sonra, hem biz hem de karavanımız ve içindeki neredeyse her şey tertemizdi.
Kamp hayatına ve sakinlerine gelecek olursak; öğrendiğim kadarıyla 8 yaşında ki bu küçük kızın annesi ve babası artık anlaşamadıklarına kanaat getirmiş ve evlerini ayırmışlardı. Sanki bir sokağın sağ tarafında anne ve kızı diğer sol tarafında ise sadece baba ikamet ediyordu. Bu durumda, çocuk kendini parçalara ayrılmış hissetmiyor ama yine de iki sokak arasında mekik dokumak durumunda kalıyordu. Çocukluğun verdiği o acayip yüreklilik olsa gerek, onun için kampta yaşamak ve ailesinin ikiye ayrılması şimdilik bir sorun teşkil etmiyordu. Diğer ailelere gelince, kadının biri çocuklarının önünde kocasıyla gereğinden fazla tartıştığını ve bunun yanlış olduğuna karar verdikleri için yine diğer çift gibi evlerini ayırma kararı aldıklarını söylüyordu. Kampta hamile olan veya 5 adet çocuğu olan bu şekil çeşit çeşit aile yaşıyordu. Çocuklar sabah okula gidiyor, babalar işlerine koşuyor bu sırada da sanırsam anneler bebeklerine bakıyor ve bolca çamaşır yıkıyorlardı. Sanırım tek ve en önemli fark evlerinin içinde bir duş ve tuvaletin olmayışıydı. Çocukların bu kavramdan zaten haberleri yoktu da, ya ebeveynler? Onlar nasıl unutmuşlardı bu lüksü ve neden yere çakılı bir karavanın içinde yaşamayı tercih ediyorlardı? Hala bilmiyorum…

Sabah uyandığımızda tüm kıyafetlerimiz kurumuş ve her şey şarj olmuş, yola çıkmaya hazırdık.



NORTH BRISBANE “Around Gympe Road”
Yol da market görünce kendimizi tutamadık ve hemen içeri daldık. Ne zaman markete girecek olsak, kendimizi kaybedip, saatlerce bir o yana bir bu yana dolanıp duruyoruz. Nitekim tüm ihtiyaçlarımızı alıp dışarı çıktığımız da saat 14.00 olmuştu. Oysa biz gene bir Mc Donald’s bulup internet işlerimizi halletmek çabası içerisindeydik. Ve tabi hava kararmadan da gece konaklayacağımız alanı bulmamız gerekiyordu. Uzun süren bu çalışma sona erdiğinde saat 18.00’di ve hava kararmıştı. Ve biz gene yoldaydık, üstelik devasa bir şehrin tam ortasın da… Akşam trafiğine kalmıştık, herkes işinden çıkmış evine gitmeye çalışıyordu, biz ise koskoca Queensland haritasında kaybolmuş yolumuzu bulmaya çalışıyorduk. Nitekim biraz ileri, biraz geri derken güneye giderken yolun hemen sol tarafında bulduğumuz park alanına park etmekte çareyi bulduk. Bu gece biraz gürültülü geçeceğe benziyordu. Yol sesi, geçen arabaların arada bir çalan kornaları eşliğinde geceye veda ettik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder