28 Mayıs 2010 Cuma

MOUNT WARNING WOW






Sonunda karşımıza birileri çıkar olmuştu. Onlar tepeden aşağıya inerken biz tırmanmaya devam ediyorduk. Sanırsam bu insanlar güneşin doğuşunu yakalayabilmişlerdi. Her geçen selam veriyor, neredeyse bir bu kadar daha yolumuz olduğunu söylüyordu. Bitmek bilmeyen orman yolunu yürüyor ama bir türlü şu zirveye gelemiyorduk. 1km daha ilerlediğimiz de “almost there” diyen birkaç kişiye daha rastladık ama hala yürüyor ve henüz bir yere gelemiyorduk. Son ulaştığımız nokta ise cabasıydı. Kayalardan 90 derece kıvamında bir yere tırmanmamız gerekiyordu. 1 saat evvel aşağıda rastladığımız bu çılgın 50 yaşlarında ki backpacker’lı adam, hızlı geri geri kayalardan aşağıya iniyordu. Hızına ve yaşına göre yaptıklarına hayran kalmamak elde değildi doğrusu.


İlk adımımı attım ve tırmanmaya başladım. Hemen kayaların sağ tarafında demirden bir de zincir bulunuyordu. Yani tırmanmanın yanı sıra zincire tutunarak da çıkmak söz konusuydu. Küçücük çocuklar tırmanıyordu, biz mi yapamayacaktık? Ve arkama baktığımda Vanessa da peşimden geliyordu. Ancak yeni gördüğüm manzara karşısında ben de kala kaldım. Tırmanmamız gereken dağ daha da dikleşmişti ve hatta yol oldukça da daralmıştı. Nereye gidiyorduk? Yukarı da ne vardı? Ama sorgulamanın ne manası vardı ki şimdi, zaten çıkıp görmeyecek miydik? Ve devam ettik, en son Vanessa bana tırmanıp ona haber vermemi istemişti. Uzunca bir süre ilerleyip, tırmandıktan sonra “Vanessa” diye bağırdığımda ise artık birbirimizi duyamayacak kadar uzaklaştığımızı fark ettim. Azimle, nefes nefese tüm kayaları tırmandıktan sonra gene patika bir yoldan yürümeye başladım. Artık çok üşüyordum ve zirveye ulaştığımda ise, tüm etrafımızı beyaz bir sis bulutu kaplamış, göz gözü görmüyordu. Tepe de o sıra da benimle beraber olan bir tek kişi vardı. Bana içecek bir şeyim olup olmadığını sordu. Ben de “yok” dedim, elbette çantasından çıkarttığı 500ml’lik suyu bana uzattığında yarısına kadar bir içişte bitirdim. Kalanı ise Vanessa’ya götürecektim, ancak sessiz dağın tepesinde bizden başka kimsecikler yok gibi duruyordu. Tam bu sırada bu dağın aslında eskiden bir volkan olduğunu öğrendim. Hatta etrafta kraterler vardı ve onları bu tepe noktadan görmek mümkündü. Hatta görüntü normal şartlarda mükemmeldi ama biz beyaz bir duvardan başka hiçbir şey göremiyorduk. Ve tam da bu esnada Vanessa’yı zirveye ulaşırken gördüm. Başarmıştı, nefes nefeseydi ama gelmişti. Artık “daha evvel hiç dağa tırmanmadım, ben bu işten hiç anlamam!” diyemeyecekti. Çünkü buradaydı. İkimiz de yorgunluktan bitmiştik, ancak bir de dönüş yolu vardı. Bu sefer yokuş aşağı geldiğimiz tüm yolu geri dönecektik. Önce üşüyecek sonra da giderek ısınacak ve soyunmak isteyecektik. Muhteşem bir deneyimdi. Yarın bir başka dağa tırmanmak, diğer gün bir başka orman da koşmak, diğer gün sahil kenarında yürümek istiyordum ben aslında. Ne çok özlemiştim kas ağrılarımı, ne çok özlemiştim ter atmayı, çılgınca spor yapmayı. Sanırım 4 ay sporsuzluk, 7 senedir durmadan spor yapan biri için oldukça uzun bir süreydi. Hele de bir de orman yolu boyunca karşılaştığımız insanları gördükçe, yaşlısından gencine, çocuğundan büyük babasına kadar herkes bu dağa nasıl da hevesle rahatça ve korkusuzca tırmanabiliyordu? Aşağı inerken, bizden sonra dağa tırmanmaya gelen neredeyse 100 küsur insan geçti yanımızdan. Hepsi guruplar halinde, ailecek veya arkadaşça gelmişlerdi. Anlaşılan bu memlekette herkes sporcuydu…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder