28 Mayıs 2010 Cuma

MOUNT WARNING











Noosa’da tanıştığımız Rodney bize bu dağın 200 metre olduğunu söylemişti. İçimden güneşin ilk doğduğu bir dağın nasıl olup da 200 metre olabileceğini sorgulamış ancak olgunun üzerinde fazla durmamıştım. Ancak aslında durmam gerektiğini beklide daha sonra anlayacaktım. Bu durumda erken kalkmış ve hemen yola koyulmuştuk ancak, yol virajlı olduğu ve her yeri sabah sis bastığı için hızlıca ilerlemek söz konusu değildi. İçten içe gün doğumuna yetişemeyeceğimizi biliyordum ancak yine de sesimi çıkartmıyordum. Nitekim, arabayı park edip yürümemiz gereken kısma geldiğimiz de bizden evvel yüzlerce insanın gelip erkenden park etmiş olduklarını gördük. Yani bugün güneşi izlemeye çalışan tek çift biz değildik.

Hızlıca ormanın içine daldık, hala uzaklarda bir yerlerde doğan güneşin en azından bir kısmına yetişebileceğimizi umuyorduk. Bu arada tabela da yazan yazı ilgimi çekti. “8.8km, advance parkur” neee? neredeyse 9km yol yürüyecektik, üstelikte bu bir dağ olduğuna göre, kuvvetle muhtemel tırmanıyor da olacaktık. İleri derece parkur yazısına ise hiç takılmamıştım. Ben önden hızlıca yürüyordum, Vanessa ise arkamdan geliyordu. Şayet bu yazıyı okuduysa daha fazla yürümek istemeyecektir diye düşünüyordum ama yine yanılmıştım. Kendince o, 200 metre yürüdükten sonra da bir şeyle göreceğimizi ummuştu. Ancak ne zaman ki artık 1 saattir yürüyorduk işte o zaman daha ne kadar konuşmaya başlamıştık. Hemen yandaki tabela da 3km yazıyordu. Bu durumda 3km yürümüş müydük, yoksa geriye 3km’mi kalmıştı? Aldırış etmeden yola devam ettik. Ancak majör bir sıkıntımız vardı; suyumuzun yoktu. Gerçekten 4.4km yürüdükten sonra bir de o yolu geri dönecektik. Bu durumda sabah kahvaltısı bile etmemiştik, yani yol bittiğinde düşüp bayılmamak içten bile değildi. Üstelik aylardır böylesine ağır spor da yapmamıştık. “Hakkımızda hayırlısı!” diyerek yürümeye devam ettik.

Her yer devasa ağaçlar ile kaplıydı, burası yüzyıllardır varlığını sürdüren bir yağmur ormanıydı. Yukarı çıktıkça bitki örtüsü değişime uğruyor; yaprakların şekli ve etraftaki hayvanlar da değişkenlik gösteriyordu. Üstelik 1km boyunca hava aşırı sıcakken, diğer bir bölge de birden geçen sis bulutu ve soğuk hava kütlesi iliklerimize kadar donmamıza neden oluyordu. Yolda geçtiğimiz bir su birikintisi gözüme çarptı, dağlardan inen yağmur suyuydu bu. Hemen küçük bir tepeye tırmanıp avucumla eski gelenek usulü su içtim. Sanki aylardır susuz kalmıştım. Hep merdiven çıkıyorduk, taştan ve tahtadan yapılmış merdivenler… Hep yukarı çıkıyorduk ama dolana dolana, sanki dağın etrafında yuvarlaklar çiziyorduk ve neden kimsecikler yoktu? Gün artık iyice ağarmıştı. Çıktığımız dağın arasından diğer dağlar ve parlayan güneş gözüküyordu. Arada bir gördüğümüz bu manzaralar bizi daha da yukarı çıkmaya motive etti. Ancak ne zaman ki yolun yarısına gelmiştik işte o noktada daha bir bu kadar yol yürümemiz gerektiğinin bilincine varmıştık. Evet zor bir parkurdu gerçekten de, hava şartları, sürekli yükselen oksijen, ıslak kayaların üzerinden atlamak ve ara ara tırmanmak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder