27 Şubat 2010 Cumartesi

KOH LANTA 16.02.2010





Sonunda sakin bir adaya gelmeyi başardık. Yolculuğa yorulmayalım diye erken çıkmak pekte iyi bir fikir değilmiş. Koh Lanta bot iskelesine ulaştığımızda saat 14.00 olmuştu bile. Tekne de bize verilen broşür kalacağımız otelin hemen önünde deniz olduğunu gösteriyordu. Üstelik denize bakan havuzdan akan sularda sonsuza doğru ilerliyordu. Hani şu Yunan adalarının vazgeçilmez kartpostallarının Tayland versiyonu yani… İnsanın aklını çelen cazibelikteydi diyebilirim. Odalar da pek temizdi. Üstelik sadece 30 dolardı ve havalandırması da vardı. Ama tabi burası Tayland, bazen bir çok şey göründüğü kadar basit olmayabiliyor. Nitekim bizi götüren arkası açık kamyonetten bozma araba da tam 9 kişi aynı otele doğru gidiyorduk. Evet işte her şeyin kabusa döndüğü an, otel sahibinin bize hiç yer olmadığını söylediği andı. Teknede bizi yönlendiren çocuğa kızmak istedim. Şimdi ne yapacaktık? Kapı kapı dolaşıp boş otel mi arayacaktık, hem de 9 kişi? Evet çözüm gerçekten de buydu. Ve macera başladı. Belki de o saçma yol üzerinde 1km aşağı 1 km yukarı saatlerce gidip geldik. Karşımıza çıkan her oda bir diğerinden felaketti. Ya elektrik yoktu, ya odaların kumsal ile yakından uzaktan alakası yoktu. Güneş batmak üzereydi ki 2 kişiyi bir otele yerleştirmeyi başararak geriye 7 kişi kalmıştık. Ama yok yok, hiçbir otel de yer yoktu. Vay be ne maceraydı… Bir de her şeyin üzerine şoförün bizden para isteyeceği tuttu. “Benzinim yok, param yok, hava kararıyor. Ben ne yapacağım” diyerek kendini acındırması da cabasıydı. Yine acıkmıştık, yorulmuştuk ve günün ağırlığı üzerimize çökmüştü. Ve tabi ki muhteşem üç kağıtçı şoförümüz yoldan bulduğu ilk müşterileri bizim yanımıza alarak gitmemiz gereken yolun tersi yöne doğru bizi de sürüklemeyi başarmıştı. Önce onları şehre yani bizim bottan indiğimiz tarafa bırakıp elbette para kazanacaktı. Biz ise mağdur durumda olan ve yardıma ihtiyacı olan 7 kişi, şoföre dolu otel yüzünden para vermediğimiz için aynı zamanda her şeye boyun eğmek zorunda kalıyorduk. Nitekim yarım saat daha kaybetmiş olduk ve şimdi gerisin geri aynı yola dönüyorduk. Birkaç otel de daha başarısızlık yaşadıktan sonra oldukça düzgün bir yere geldik. Sonunda baya şık bit otelde bizimle birlikte sürünen 18 yaşlarında ki İngilizleri bıraktık. Ve artık değnekçi araba şoförümüz ile baş başa kalmıştık. Üzerinden komisyon almak için yol boyunca geçtiği tüm oteller için arabanın arkasında “stop, stop” diye bağırıyorduk. Ama yok o bizi bildiği yere götürüp üzerimizden para kazanmak istiyordu. Ancak başka çaremiz de yoktu. Adama resmen mecbur kalmıştık. Bizi 30 dolarlık düzgün bir otele götürmeliydi. Ama dünya umurunda değil gibi davranıyordu. Hava kararınca iş daha da zorlaşacaktı diye düşünürken ilk gittiği bungalow’larla dolu otele bize yer buldu ve sonunda derin bir nefes almayı başardık. Her zaman güvenmemek doğru değilmiş ama sabahki gibi güvenince de farklı sonuçlarla karşı karşıya kalıyoruz. Yani evdeki hesap çarşıya bir uyuyor bir uymuyor. Biz de henüz çözemedik…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder