8 Şubat 2010 Pazartesi

KINGDOM OF BHUTAN





Adında sanında şanı olan bu gizli krallık sadece 1907’de kurulmuş meğer bu sebepten hiç kimsenin %75'i ormanlarla kaplı olan bu ülkeden haberi yokmuş. Açıkçası uçakta pencereden Himalaya’ların tamamen üstünden uçarken anladım ne kadar da sakin ve yüce bir krallığa doğru gitmekte olduğumuzu. Boylu boyunca üzeri karlarla kaplı dağların sonsuzluğu karşısında insanın nutku tutuluyor. Hemen yanımda oturan Monk’da işte tam d a bu sebepten “Namaste” diyerek elleri vücudunun üzerinde onları selamlıyordu. Buraya gelene kadar dağların kutsal olduğunu bilmiyordum ben. Peki ya ve yine bu sebepten Bhutan Kralı’nın bir çok dağa insanların çıkmasına izin vermemesine ne demeli?
Buarada atlamadan şunu de ekleyeyim. Bhutan'ın III. Kralı çok ileri görüşlü biri olduğu için bir takım devrimler başlatmış ve gelen IV. Kral'da bu yeniliklere devam etmiş. Bu durumda dünya üzerindeki tek krallık olarak diğer ülkelerden düşünce yapısı olarak ayrılmamaları için, demokrasiyi de sistemlerine entegre etmeye karar vermişler. Bu durumda Başbakan karar veriyor ve eğer kral karşı çıkarsa parlamento kararı uygulayamıyor. Bu durumda zaten ülke de sadece 2 parti var, yani 2 ayrı görüş. Tıpkı bizim ilk devrim yaptığımız zamanlardaki gibi. Ancak halk Kralı seviyor. Ona saygı duyuyor. Ve belkide tursit sayısını böyle az tutmakta haklılar. Sadece buraya gerçekten gelmek isteyen gelmeli. Ve geldiğinde harab edip, sömürüp gitmemeli, hakkını vermeli... Bhutan naif ve tertemiz. Dilerim hep böyle kalsın...


Sabah erkenden yine kalktık. Aslında bir yandan hoşuma gidiyor bu durum. Hayatım boyunca en erken kalkmak zorunda kaldığım günler hep sette çalıştığım zamanlardı. Sabahın kör karanlığında uyanıp sıkı sıkı giyinip mesela Haydar Paşa Garı’na giderdik. Allahtan setçiler ve bizi her daim düşünen Cathering’cilerimiz vardı da, titremeyi bildiğimiz için donarak can vermiyorduk. Demeye çalıştığım o ki, bu uyandığım sabah böyle bir sabah değildi. Bhutan’ı o kadar merak ediyordum ki, yataktan çıkmak hava koşulları nedeniyle bir işkence de olsa durumu gülerek karşılayabiliyordum. 15 dakika da hava alanına vardık. Freeshop’ta bahsetmiyorum bile çünkü uçağa gitmek için gördüğüm gate’leri en başından beri Duty Free’ye giden kapılar olduğunu zannediyordum. Meğer yanılmışım, ama kitap okumak için şahane bir bahanem olduğu içinde keyifliyim. Hindistan, Nepal ve ardından Bhutan’a giderken “A thousand Splendid Suns” Afganistan’ın göbeğinde geçen bu hikayeyi okumaya ne gerek var diyeceksiniz belki ama nedense kapıldım, sayfalar beni alıp götürüyor. Uçak delay yaptı, ancak tabelalarda bir türlü göremeyip, neden hala beklediğimize uzun süre anlam vermeye çalıştım. En son çok ama çok aç olduğumda artık uçaktaydık. Ve çok uykum vardı. Uçuşumuz hava şartları el verirse 45 dakika sürecekti. Kesin kahvaltı vermezler diye düşünüyordum ama her şeyi ve herkesiyle mükemmel olan bu ülke beni hayal kırıklığına uğratmadı. Uzun zamandır tadını aradığım peynirli sandwici zannedersem Tazmanya canavarı gibi yuttum. Bir yandan dağlara, bir yandan uçağın içindeki yerel insanlara bakıyor nasıl bir yere doğru uçmakta olduğumu düşünüyordum. Tam ben bu düşünceler içindeyken inişe geçtik. Tepeden bakıldığında neredeyse hiç yerleşim yeri yok gibi gözküyordu Bhutan’da, inanmayacaksınız ama yere indiğimizde de durumun hiç farklı olmadığını gördüm. Sadece 700.000 insan yaşıyor yahu burada. Sırf bizim Beşiktaş’ta o kadar insan yaşıyordum bence. Pasaport kontrolden de sorunsuz bir şekilde geçtikten sonra, erkeklerin giydiği elbise ve dize kadar çoraplar çekti ilgimi. Hava 14 dereceydi ama kimse öyle davranmıyordu burada. Benim ise içimde tayt, dizime kadar çorap, ekstradan pantalon, üzerim de ise termal, tshirt, sweat-shirt üzerine bir sweat-shirt daha vardı. Utanmasam montum olsa onu bile giyerdim. Kızlar da pek farklı değildi burada, ama çok ortalıkta gözükmüyorlardı o ayrı. Erkeklerin giydiği bu geleneksel kıyafete CHO, kadınlarınkine ise KIRA deniyormuş. Muhtemelen bu isimleri bir daha ömrüm boyunca hatırlamayacağım o nedenle buraya yazdığım oldukça iyi oldu. Sonuçta adamlar çıplak yaaa, inanmıyorum. Arada birkaç pantalonlu insan görünce dayanamadım sordum, ne zaman ve kimler geleneksel kıyafet giyiyor diye. Rehberimizin cevabı gayet mantıklı, çalışan insanlar her daim böyle giyinir, sanki forma gibi. Yani şuan çalışıyorum, seninle ilgilenemem gibi bir mesaj için değil elbet. Zaten kafaları okadar rahat ki, yolda, restoranda, markette bulunan herkes gülümsüyor. Üstelik “Gross National Porduct” değil burada sadece “Gross National Happiness” önemli. Bu yüzden gülüyorlar. Şimdiye kadar 5 tane kralları olmuş sadece, sonuncusu düşünün ki 30 yaşında. Babası yaşlandığını düşündüğü için oğluna yerini vermiş. Yani canları isteyene kadar krallar. Babadan oğla geçen bu sistem de herkes kraldan çok memnun. Kimine göre geri kafalı olan bu yönetim şekli buraya cuk oturmuş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder