3 Şubat 2010 Çarşamba

LEAVING INDIA LIKE AN INDIAN



Şuan havaalanındayız. Uçağımızın kalkmasına tam 10 saat var. Tren Mumbai tren istasyonuna vardığında saatler 22.00’yi gösteriyordu. Cebimizde kalan sadece 180 rupi ile nasıl havaalanına gideceğimizi konuşurken bir taxi şoförü ile dolar üzerinden maksimum bir pazarlık ile anlaştık ve yola koyulduk. 10 saati havalında geçireceğimizi duyan şoför bize otelin daha mantıklı olduğunu anlatmaya çalıştı ama biz pek anlamak istemedik veya anlayacak bir durum da yoktu desem daha doğru olur.
Havaalanı yakınlarında bir otele geldik, geceliği 3000 rupi imiş. Bu da 50 dolar demek ki saçma bir rakam. İçinde sadece fan’ı olan iğrenç kıytırık bunalım, pis ve kasvetli bir oda karşılığı 3000 rupi’ye razı olmadık ve yola yeniden koyulduk. Havaalanına vardığımızda saat sadece 00.00 olmuştu. Rötarlı uçağımız ise saat 08.45’te kalkacaktı. Bu durumda artık içerideyiz ve burası pis değil çok şükür. Sadece kalabalık ve karışık ve rahatsız diye tanımlanabilir.
Biraz uyumaya çalıştım, ama sadece 1 saat başarılı olabildim. Uyandığımda, boynum, belim ağrıyor, ellerim ve ayaklarımda uyuşmuş bir şekilde bana isyan ediyordu. Ama yine de hiç isyan etmeyişimden aslında içten içe mutsuz olmadığımı anlamak gayet mümkün.

Batılı yaşamımda ne çok şeye hızlıca sinirlendiğimi, ne çok şeye hiç sabrımın olmadığını ve toleransımın aslında ne kadarda çok düşük olduğunu fark ettim burada. Başımıza (-ma) gelen hemen hemen hiçbir şey için 2 dakikadan fazla söylendiğimi, küfür edip kızdığımı ve günümün geri kalan kısmını bırakın o saatimi bile etkilemesi söz konusu bile olmadı. Bunu isteğim üzerine bilinçli olarak değil, yaşamı geldiği gibi alarak ve beni mutsuz edecek şeylerden özellikle kaçarken, başıma gelenleri de bir sebepten geldikleri içeri buyur ederek içeri aldım.
Burayı özleyeceğim… Bu karmaşıklığı,düzensizliğin içindeki düzeni… Her kamyonun arkasında özenle yazılmış olan “ PLEASE OK HORN” ibaresini, bu durumda hiç durmadan öten kornaları, bir şey anlamasa da, yardımcı olamayacak olsa da hayal kırıklığına uğratmamak için sürekli sağa sola kafa sallayan canım Hintlileri ve trafiğin içinde, kumsalın göbeğinde, restoranın kapısında köpekmişçesine ilgi ve sevgi bekleyen inekleri bile özleyeceğim. Mütemadiyen varlığını sürdüren baharat kokusunu, sol aynaları olmayan arabaları, çıplak ayak yürüyen ve dünya umurunda olmayan tüm insanları da özleyeceğim.

Sanırım yeryüzünün 4’te 1 popülasyonunu oluşturan Hintliler olmasa hepimiz negatif enerjiden çoktan ya hasta yataklarımızda yatak döşek yatıyor ya da çoktan mezarı boylamış geri gelmek için sıra bekliyor olurduk. Her şeyin böylesine yavaş ilerlediği bu sistemin içinde bir batılı olarak varlığımı sürdürmekte her ne kadar güçlük çekmiş olsam da burada geçirdiğim 1 ay da aslında Hindistan ile ilgili pek az bilgi edinebildiğime, hatta neredeyse buradan hiçbir şey anlamadığımı bu yüzden mutlaka geri gelmem gerektiğine inanıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder