24 Şubat 2010 Çarşamba

WAY TO KOH PHI PHI DON








Affedersiniz sabahın körü yaaaa Bu saatte insan sadece uyumalı veya çok şık b,ir yerden güneşin doğuşunu seyrediyor olmalı. Aksi takdirde bu saat başka hiçbir şey yapmak için uygun değil. Olmasın ya da… Şaka bir yana, erken kalkma fobi öğrenilmiş bilgilerimden dolayı hala aktif bir şekilde gezimde bana eşlik ediyor. Her ne kadar güzel bir amaç uğruna bu saatte yatağımdan ayrılıyor da olsam zorlanmadan edemiyorum. Elbette şehir yaşamında bu performansı spor’a gitmek için kalkarak gösteriyorum ama her şeye rağmen beklide burada zor geliyordur.Kahve de içtim ama bana mısın demedi. Ve 15 dakika sonra botların kalktığı istasyondayız. Phi Phi’ye giden bot 08.00’de hareket edecek, 1.5 saat süreceğini söylüyorlar ama biz pek inanmıyoruz. Nitekim ağzına kadar dolu olan botun adaya varması neredeyse 2 saati buluyor.
Geçtiğimiz gün boyunca otel’de yarım yamalak çeken internet ile otel bakmamıza ve hiç birinde yer bulamayışımıza kaç puan vermeli peki? Şimdi ise yoldayız ve hala kalacak bir otelimiz yok. Sahib olduğumuz tek şey biraz para ve bolca umut. Tekne yaklaştığında, yine ufak bir işkence ise çantalarımızı oraya buraya fırlatan gemi görevlisi adamın gazabından kurtarmayı başardık. Ancak asıl macera şimdi başlıyordu. İlk gittiğimiz otel denizden oldukça uzakta, sadece havalandırma ile 30 dolardı. Biz ise air-condistion olmadan bu adada nefes alamayacağımızdan emindik. O oda fiyatı ise 40 dolara yakında. Ve ne içinde bu para? Yokuş aşağı 15 dakika yürümek sonra biraz daha ilerleyerek kumsala ulaşmak ve sonra gerisin geri yokuşları tırmanarak kan ter içinde kaldıktan sonra yeniden aşağı inip yukarı çıkmanın üzücü sonunu düşünmek için mi? Hayır vazgeçtik. Aşağı inmek istedik ve başa otel bulacaktık. Adam bu fiyata bulamayacağımız konusunda ısrarcıydı ancak yol arkadaşım, can yoldaşım Vanessa ‘nın iç güdüleri ile yeniden kendimizi aşağıda bulduk. Bir süre 40 derece sıcağın altında yürüdükten sonra bir turist information’a ulaştık. Hemen bir Guest House bulundu bize. 30 dolar ve klimalı ve sıcak su da var. Oda sanırım şimdiye kadar kaldığımız en küçük oda olma unvanını tam puan ile aldı.
Hemen kumsala indik. Hmm deniz pekte temiz değildi. Hava çok sıcaktı ve hiçbir atraksiyon yoktu. Nedense ben daha çok sörfçülerin de olabileceği aynı zamanda belki “ kayt Surf” yapabileceğim veya ne bileyim “wake board” falan ile zaman geçirebileceğim sportif adalar bekliyordum Tayland’dan Bekliyorum bu an, beklide hiç ummadığım bir anda karşıma şıkacak.
Gölge bir alana oturmayı başardık. Ve tabi ki yanımıza günlük turlarını satma çabası içinde olan genç “Luna” yaklaştı. Kimisi burada ona “Lunatic” diye de sesleniyordu. Tabi ki gezdiğimiz adaları yeniden gezmek niyetinde değildik. Sadece arkadaş olduk. Yarım saat kadar sonra akşam üstü, Monkey Island’Da gün batışını seyredebileceğimizi söyledi. Yok dedik biz bir de buna para harcamak istemiyoruz. Ve oradan bir ses yükseldi “Don’t worry , it is for free” yaşlı bir adam sesinin eşlik ettiği bu insan da kimdi? Tabi ki tanışmak uzun sürmedi. Afrika.’da doğmuş olan Mike ortalama 17 ülke de yaşamayı başarmış. İki kızı Avustralya’da yaşıyor o ise sadece teknesiyle yelken yaparak dünyayı gezerken, torunlarını ve kızlarını bazen senelerce görmüyor. Bu ilginç insan ile birlikte, Phi Phi Leh’in hemen arkasında bulunan Monkey Island’a doğru, yola çıktık. Bu adada deniz seviyesi her 2 saatte bir gel – git’ler nedeniyle değişiyor. 2 saat önce boynunuza gelen su, 2 saat sonra bileğinize kadar inebiliyor. Bu durumda teknelerin yanaşması söz konusu olmadığı için, elbette Zodiac’a gitme görevi, zodiac gelemediği için bize düştü. Bu durumda metrelerce yürüdük ve sonra metrelerce zodiac ile ilerledik. Tekne çift direkli küçük bir yelkenliydi adı da “Aunt Gratel” idi. Mike bize 1erkadeh şarap ikram etti ve muhteşem güneşin, degrade turuncu gölgesinde günü uğurladık. Bize eşlik eden Afrika müzikleri ise bahsi edilmeden geçilebilecek gibi değildi. Mike ile tanıştığımız ve gün batımını bir yelkenlinin içinde bu şekilde deneyimlediğimiz için kendimizi şanslı bulduk.
Phi Phi diğer adalara göre daha çok turisti ağırlıyor. Üstelik günü birlik gelip giden o kadar çok insan var ki, gündüzleri ada da dışarı çıkmak bence pek akıl karı değil. Akşam olduğunda ise ada halkı ve adada geceleyenler ile baş başa kalıyorsunuz. Yediğim en güzel Pad-thai’lerden bir tanesini bu ada da buldum. Yemek sonra o garip uykusuzluk ve yorgun yine bizi esir aldı. Ama 2 küçük energieser olduğumuz için durmadık tabi ki. Canımız tatlı çekiyordu. Canımız Nepal’den beri tatlı çekiyordu. En büyük hayalimiz ise her ülkenin lokal yemeğini, içkisini ve tatlısını mutlaka tatmaktı. Hani neredeydi bu ülkelerin tatlıları.Gerçekten de yoktu. Nasıl oluyordu biliyorum ama tatlısız yaşıyorlardı. Bir rivayet metabolizmalarını yavaşlattığını söylüyor ancak algılamakta hala güçlük çekiyorum, orası kesin. Bakındık durduk, parsel parsel her restoranı gezdik ama yok yok. Bu durumda tabiî ki gözlerimiz meyva dükkanlarında kaydı. Ah bu t tropikal meyveler.

1 yorum: