22 Ocak 2010 Cuma

21.0CAK.10 TRIVANDUM MÜZESİ VE GALERİSİ




Konu başlığına hiç aldanmayın, yazık ki yazacaklarımın içinde bir damla sanat kırıntısı mevcut değil, maalesef de olamayacak. Çünkü Trivandum’daki müze, inşaatta olduğu için kapalıydı. Dolayısıyla, kitap okumak ve sohbet etmekle geçen bir güne sahip olduk.

Saat 13.10’da otelimizden ayrıldık. Resepsiyonda ki kızın fotoğrafımızı çekme çabası görülmeğe değerdi. Önce içimden arşiv yaptığını düşündüm, sonra bizi sevdiğini sonra da hayatımda çok gereksiz şeyleri bazen çok düşündüğümü düşündüm. Zaman zaman bu düşüncelerimin yazık ki kurbanı olup,kendimi bir örümcek ağının içinde can çekişen başka bir tür yaratık gibi hissediyorum. Sen kimsin ki örümcek ağının içinde ne işin var? Madem ki düştün ne debelenip duruyorsun boyun eğ.

Otelden ayrılmadan önce kahvaltı ettiğimiz yerin Yöneticisi yanımıza gelerek bizimle ufak bir sohbete karıştı. Tüm sohbetin yine aşağı yukarı Hint kültürüne dair konumlanacağını sanmıştım ancak adam “Peter” öyle güzel şeyler söyledi ki içimde çiçekler açtı valla. “Hayatta başımıza ne gelirse güzel bir şey için gelir” dedi. “Zaten eğer o olan şey olmazsa gelecekte olan şey de olmaz ve bu bizim sadece bakış açımızdır “dedi. Biz dedi bazen, olayları ah bu iyi bir şey bu kötü bir şey, ah bu da mı başıma gelecekti, şimdi ne yapacağım gibi tepkiler vererek panik yaşar, yaladığımız anı daha da egzajere eder bir türlü durumu iyi yönünden görmeyi beceremeyiz dedi. Hiç fotoğrafını çekemedim, nedense yanımda makine yoktu kaldı ki aklıma da gelmedi. Ancak Peter beredeyse 45 yaşında gösteriyor ama fizyolojik yaşı 61. Kısaca size oldukça genç gözüktüğünü söylemeliyim. Ben çok kolay bir insan diyor Peter, hayat bana ne verirse onu geldiği gibi alırım. Zorlamam. Kimse geleceği bilemez, ya da değiştiremez sadece seçimlerimizle az olsun yön verebiliriz dedi. Ve yaptığımız her şey güzel bir şey için varlığını sürdürmektedir. Sanırım tam o an, aslında etrafımdaki tüm insanlığın bu bakış açısından ne kadar uzak olduğunu fark ettim. Belki de Hindistan’ı tılsımlı yapan, sihirli yapan, insanların gözünde bambaşka yapan şey işte tam da buydu. Burada herkesin bakış açısı bu. Kimse aç olduğu için işte bu yüzden mutsuz eğil. Kimse bir hüsran ve hüzün içinde değil. Buraya geldiğim ilk günden beri yaşadığımız kültür şoku dışında hiç gerçek anlamda gergin birilerini görüp şaşırdığımı hatırlamıyorum. Tansiyon o kadar düşük ki, biri olay çıkartsa bir diğer kişilerin meraklı bakışları arasında kavga etmeye başlayacaklarını bile hiç sanmıyorum.

Neden acaba bizim ülkemiz ve diğer tüm Avrupa ülkelerinde bu durum böyle? Neden insanlar bu tip bir felsefeye kendi yaşam alanlarında gülerek, şaka gibi değerlendiriyorlar? Ama burada neredeyse milyarlarca insandan oluşan bu masif topluluk böylesine pozitif bir düşünceyi damarlarında akan kanda bile hissedebiliyor?
Peter ayrıca görücü usulüyle de evlenmiş. Ve bize ders verir gibi konuyu tüm açıklığıyla öylesine güzel ifade etikti, aslında modern olmayan bu fikirlere katılmadan da edemedim. “Siz bu yaşa gelene kadar bir çok insanlar bir çok farklı şey deneyimliyorsunuz değil mi? Evet deneyimliyoruz doğrudur. “Bir süre sonra yaptığınız şey anlamını ve özelliğini yitiriyor. Oysa ki biz hayatımızı birleştireceğimiz kadına değin elimiz bir kadın tenine dahi değmiyor. O anın ve ondan sonra yaşanacak tüm anların bizim için ne kadar değerli olduğunu bilemezsiniz. Bugün karım menapozda artık. Ama ben hala onu sen çok seksisin, çok güzelsin, müthişsin, benim karımsın diye motive ediyorum ve biz hafta da en 3,4 gün birlikte oluyoruz” demez mi? Ne kadar güzel bir şey olabilir bu? Bizim kültürümüzde ise, evliliğin ilk 5 senesi her şey günlük gülistanlık ama ne zaman kadın hamile kalıyor, vücut deformasyonu başlıyor işte o zaman evlilikteki çatırdamalar, başlıyor. Zamanla ilgisi dağılan erkek, karısından sıkıldığı algısına kapılıyor ki bu artık kadınlarımızda da mevcut. Eskiden gözü dışarıda olan erkekken kadınlar ipleri ellerine almaya başladıkça ve evde sesleri çıkmaya başladıkça, onlar aldatıyor adam oluyor ben yapamaz mıyım gibi bir güç savaşı ile artık kadınlarca rahatça ve futursuzca aldatıp daha sonra bunu bir de meziyet sanıyorlar. Oysa o ilişkiden geri kırıntı bile bırakmamış oluyorlar. Burada lafım kimsenin özeline değil elbet. Şaşırdığım kültürlerin değişik bakış açıları ve yaşamın kalite değeri. Biz aldatırken zevk alıyoruz bu durumda, onlar için ise aldatmak uzayda. Ama nasıl ki onların düzeninin bir parçası olmuş artık bu, bizim de düzenimizin bir parçası aldatmak ve daha da üzücü ki bu hayatın sadece kadın- erkek ilişkisi kısmında değil,aynı zamanda iş ilişkilerimiz de ve hatta tanımadığımız bir insanla bile olan diyalogumuzun içinde bile var. Bu bizi şüpheci, paranoyak, depresif ve mutsuz kılıyor. Zamanla bu duyguların bağımlısı oluyoruz. Her şey bir kısır döngünde dönmeye başlıyor. Sanki çamaşır makinesi santifüj, sıkma programındaymış gibi. Suyumuz çıkana kadar başımıza gelmeyen kalmıyor, canımız sıkılıyor. Saçlarımız önce beyazlıyor sonra yüzümüz kırışıyor, yorgun hissediyoruz ve yaşlı. Olgun hissettiğimizi düşünmeye çalışıp kendimizi motive ediyoruz sözüm ama nafile. Başımıza gelenleri kaldıracak yeterince güçlü bir kalbimiz ve bünyemiz yoksa hasta oluyoruz hem. Bu sefer başka bir süreç başlıyor. Bu insanlar ise, inanıyorlar. Yaşama inanıyorlar, illa ki milyonlarca tanırlarından herhangi bir tanesinin onları kurtaracağına değil, evrene inanıyorlar. Enerjilere, olaylara ve kendilerine inanıyorlar. Güzel düşünüyorlar. Kötüyü düşünüp ona yol vermiyorlar Kötüyü iyi düşüncelerle bıçak gibi kesip atıyorlar. Elbette ki bazı gerçekleri kimse göz ardı edemeyiz. Kafadan atma bir takım olayların varlığına inanıp, havalarda yoga yaparken uçmak değil olay. VARANASİ’de ki Ganj nehrinin mucizevi hikayesi gibi. Evet sonunda bu sene devlet bu suyun temizlenmesi için girişimde bulunarak bir proje başlatmış. Ancak buna gelene değin su da bir türlü bulunamayan kolibasil oranına ne demeli. Bu insanların bu sudan şifa alarak iyileşmelerine ne demeli? Neye inanırsanızdır hayat. Hangi penceren bakarsanız, bakmayı arzularsanız göreceğiniz ve deneyimleyeceğiniz odur.

Bugün güzel düşünüyorum. Kendi düşüncelerimin artık hakimiyim. Beynimin içinde sadece benim iç sesim var ve kulağıma çok güzel şeyler fısıldıyor. Dilerim değerli bir arkadaşımın da bana söylediği gibi, yaşamımın bu yolculuğumdan geriye kalan kısmında da bu tadı muhafaza edebilir bu düşüncelerimle kendimi yönlendirmeye devam edebilirim.

1 yorum:

  1. everything happens for a reason. find the goods in the reasons babe:)
    hayata, etrafimizdakilerin hayatina guzellik katmak icin geliyoruz...

    love you...

    YanıtlaSil