15 Ocak 2010 Cuma

DAY 4

Sanırım bugünden hiç hoşlanmadım. Belki de ayın 13’u olması yüzünden kozmik anlamda biz mutsuz eden bir gün olduğu içindir. Önce biletlerin ve Kerala tatilimizin bize çok pahalıya patlayacağını farkettik. Buradan, yani Pune’den Cochin’ uçmak birden dünya para tuttu, orada kalacağımız yerler ve ayarlamış olduğumuz tur da tahmin etiğimizden 2kat daha fazla tuttu. Böylece turu ucuzlatmak için ekstra efor sarf etmemiz gerekti. Sonra biletleri hala almadığımız için normal fiyatın da üzerine çıktığını öğrendik. Böylece kendi işimizi kendimiz görmeye karar verdik ama burası kasaba kılıklı bir yer olduğu için internete bağlanmak için internet cafe bulmak gerekti. Bunların hepsine bir şekilde OK’dik aslında. Yani İstanbul’da olsaydıkta aynı sorunlarla boğuşuyor olabilirdik. Hatta belki daha kötüleriyle… İnternet cafe de sıra beklemekte çok bozmadı, ancak sonrası gerçekten bir felakete dönüştü. Online olarak biletleri alamadık, çünkü türk telefonuma şifre gönderdiler. Böylece ALO GARANTİ’yi aramak zorunda kaldım. Hindistan’da olduğumu ve acil yardımlarına ihtiyacım olduğunu söyledim ama yardımcı olamayacaklarını söylediler. Böylece anladım ki, banka görevlileri veya Garanti gibi büyük bir banka bile müşterisine zor durumdayken ve yurt dışındayken yardımcı olamıyor. Telefon numaralarıma bir tane daha eklemek istediğimi söylediğimde bana şubeye gelmeniz gerekiyor deyince aklımı kaybedeceğimi sandım. “Beyefendi, anlatamadım galiba, ben Hindistan’dayım. Uçak bileti almaya çalışıyorum. Zor durumdayım ve aksi takdirde biletimi alamayacağım. Telefon bankacılığının varlığının nedeni de bu değil mi? Siz bana yardımcı olamayacaksanız peki kim olacak?” bilmiyor… Ve elimden bir şey gelmiyor deyip işin içinden rahatça çıkabiliyor. Elbette, oturduğu yerden söylemesi kolay.. Peki ya ben… Alternatif bir çözüm üretseniz, kontörüm de yok hem telefonum kapanırsa ben ne yapacağım ? diyorum ama cevap aynı “bilmiyorum.” “peki teşekkürler ozaman.” Telefonu kapattım. Bu arada saat 22.00 oldu ve üzerimizde beyaz elbiseler var. Ancak Osho’d Evening meeting bittikten sonra bu saf beyazlığı temsil eden elbiseleri çıkarmazsanız saygısızlık kabul ediyorlar ve nasıl ki sabah kıyafetle dolaşmak yasaksa akşamda bu elbiseleri mabed dışında kullanmak yasak. Ancak artık çok geç. B,r yolunu bulup içeri koşarak girdim. Arkadaşımı atradım belki o bileti bizim için alabilir diye. Yazık ki o da alamadı. Zannerdersem o an çıldırıyordum. Sonra Osho’nun içindeki cyber cafe’den denemeye karar verdik. Arada Vanessa’nın pili bitmişti. Ve ona kendi telefonumu verdim ki online destek hattıyla konuşabilsin. Arada çok gerildiğim için party alanından biraz uzakta poi çevirmeye başladım. Kafamın biraz dağıldığını hatırlıyorum. Kendime geldiğimde Cyber Cafe kapanmıştı ve Vanessa yoktu  Böylece onu aramaya koyuldum. Sanırım 45 dakika aradım. Burada tanıştığımız birkaç kişiyi gördüm ve Vanessa’yı aramalarını istedim. Ancak telefonu açmıyordu. Ve telefonumda ondaydı. Nasıl bir geceydi bu? Nasıl bir gün? Neler oluyordu ve neden? Anlam veremedim. Arayışım oldukça uzun sürdü.. Hatta kaldığımız yere götürdüler beni arabayla, acaba orda mı diye? Ama hayır orada da değildi. Peki neredeydi? Osho’nun girişindeki mermer zemine oturdum, çantamı bacaklarımın arasına aldım ve gözlerim doldu. Sanırım ağlayacaktım. Evet çok hassastım.. Bellkide burada deneyimlediğimiz her şey bizi zımparalanmış gibi incecik yapmış, kabuğumuzu yırtmamıza neden olmuş, bizi içimize döndürmüş ve evrene açmıştı. Burada hep yaptığım gibi, kötü şeylerin başımıza gelmediği için evrene teşekkür ettim. Arkadaşımı bulacaktım, biliyordum ama ne zaman? Uzun bekleyiş sürdü ve o sonunda telefonunu açtı. İşte girişte onu beklerken içime büyük bir rahatlık gelmişti. Artık daha iyi hissediyordum. Bir gece daha böylece bitmiş oldu.
Bu arada inanılmaz bir şey oldu bana. Tanıyanlar bilir, biberin her türlüsün hiç haz etmem. Sarı, kırmızı, turuncu veya yeşil. O garip kesif kokusu ve yemekte bıraktığı garip tada oldum olsa alışamadım. Bırakın ki acıdan haz etmiyorum, bir derece acı bir şeyler yiyebiliyorken biber yedikten sonra birkaç gün ağzımda o saçma tat, yediği her şeyde bir esans bırakıyor. Üstelik hazmedemediğim içinde tadı sürekli miğdemden ağzıma doğru geliyor. Burada yanlışlıkla Greek salad adı altında geçen, salatalık, domates, kendini beyaz peynir zanneden bir peynir çeşidi ve zeytin karışımıyla beraber almış bulundum. Allahtan deneyimci bir kişiliğim var da ben bunu yemem deyip geri vermedim ve denedim. Anladım ki ben Türkiye biberlerine kılım. Bu biber çok hoşuma gitti. Hani değil ki buradan kilolarla alıp eve postalayacağım ancak hiç rahatsız olmadım. Hatta aynı salatayı bir kez daha yeme gafletinde bile bulundum. Benim için tarih olan bu anı sanırım uzun süre unutamayacağım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder