6 Ocak 2010 Çarşamba

VE UDAIPUR







Şehre girince, Hindistan’ın şimdiye kadar gezmiş olduğumuz tüm şehirlerinden farklı olduğunu farkettim. Burada öncelikle çok az araba var, neredeyse herkes kadınlar dahil motor kullanıyorlar. Tam Vanessa’ya, şimdiye kadar hiç hamile kadın görmediğimi söylediğim sırada hamile insanlar görmeye başladım. Bir de buna ufacıcık çocuklar eklendi. Sokaklarda neredeyse yüzlerce çocuk çıplak ayaklarıyla ordan oraya koşturuyor. İşin güzel yanı bu şehirde sevgi var. Bebeklerini kucaklayan ve öpen babalar, çocuklarını besleyen ve yüzlerine gülümseyen anneler görmek mümkün.
Ancak arabayla otele varmakta oldukça güçlük çektik, o daracık sokaklardan geçmek gerçekten zaman aldı. Başıma gelen küçük hikayeyi de anlatmadan geçmeyeyim.
Bir restordan 6.5 saat süren yolcuğun sonunda yemek yemepe karar verdik. Eh yolculuk uzundu, tuvalet ihtiyacımı hemen gidermek için kendimi lavaboya attım. Takdir edersinizki bu tip yerlerde oturmadan iş görmek zor, ancak yaşasın P-MATE veya yeni türk adıyla FEMINY. Ayakta tuvaletinizi yapmak için mükemmel bir aparat. Herneyse bukadar ayrıntı yeter diye düşünüyorum ancak hikayenin can alıcı kısmına henüz gelmedim. O daracık tuvaletten kısa sürede çıkmayı arzularken, alaturka tuvaletin tam ortasına düşen “çlup” sesi beni benden aldı. Acaba ne düşürdüm diye, yavaşça üzerime bakarken herşeyin üzerimde olduğunu gördüm. İçim az olsun rahattı ama yine de birşeyin o sapsal delikten içeri düştüğünü biliyordum. Neyse dedim, düşen herneyse gideceği varmış. Ve pantalonumu iliklemek için ellerimi düğememe attığımda artık orada olmadığını farkettim. Hahaha, elbette böyle saçma şeyler beni bulurdu. Ancak busefer kızıp kendi kendime söylenmek yerine yine de gülüyordum. Uzunca bir süre, gölün etrafına kurulmuş şehrin içindeki ilginç dükkanlarda bana düğme aradık ama ne fayda. Tabiki bulamadık. Canımı sıkmıyorum. Bir pantalonum daha var. Yolculuğuma onunla devam edeceğim. Ancak henüz değil.

Otel’e varır varmaz odaya çıktık. Hemen birkaç eşyamızı küçük lavaboda yıkadık ve evet maceraya hazırız. Vanes’e artık biraz yürüyelim dedim. Geldiğimizden beri o arabanın camından hayatı seyretmekle yetinmemize artık gerek yok. Zaten lobiye indiğimizde zavallı yeni şöförün kepenklerini indirerek tatlı bir uykuya daldığını da görünce yürüme fikri daha da cazip geldi.
Araba ile yol alması zor olan Udaipur’da yürümekte pek kolay değil ne yalan. İnekler, kornalar ve motorlar… İkimizde çok mutluyuz, kameramız elimizde bütün Udaipur bizim…

PICHOLA LAKE
Burada temiz birşeyler pek olmadığı için suyun berraklığından elbette bahsetmeyeceğim. Ancak gölün ortasındaki LAKE PALACE ve JAG MANDIR tüm ihtişamıyla orada bizi bekliyor. Göl kenarında yıkanan kadınlar da vardı. Ve tabi müzik yapanları da unutmamalı.
Yüksek bir tepeye çıktık, bir restoranın teras katı. Tüm Udaipru’u görmek mümkündü. Huzur doldu içime, sessiz ve sakin… Biraz soluklandıktan sonra eşyalarımızı toparlayıp yine kendimizi halkın arasına karıştırdık. Günlerdir aramızda mesafe olan bu insanlarla yarım metre mesafede yolda yürüyor olmak oldukça farklı bir his. Herkes çıplak ayak yürüyor, ama şikayet eden yok. Bebekkenden yollara atıyorlar çocukları, eh tabi büyüdükçe de acı hissi kuvvetle muhtemel azalıyor. Biraz ileride pastaneye benzer bir yer gördük, inanamıyorum Cholocolate Ball ve Cheesecake var burda. Altın bulmuş gibi oldum çünkü espresso yazıyordu duvarda. Gerçek espresso tadını 1 haftada neredeyse unutmuştum. Ama şuanda göl kenarında yeralan bu küçük kafede inek sesleriyle birlikte kahvemi yudumlarken yazımı yazıyorum. Öğrendikki akşam saat 19.00 da manastırda kadınlar dans edecek. Porgramımızı buna göre yaptık. Şimdi güneş batmak üzere, kaçırmadan fotoğraf çekmek üzere gidiyorum…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder