20 Ocak 2010 Çarşamba

İSTEMEDEN İSTEK ÜZERİNE HALKA KARIŞTIK













Dün akşam saatlerinde hala internet üzerinde üstün performans gösterirken bir tanıdığım, bloga lokal insanlara dair fotoğraf koymadığımdan şikayet etti. Diğer bir arkadaşım ise çok kokoş takılıyorsunuz biraz halka karışın dedi. Bu iki duruma da çok katıldığımız söylenemezdi ancak yine de üzerinde düşünmeden edemedim. Oysaki birçok lokal insan fotoğrafı bilgisayarımda mevcuttu. Acaba çalı çırpıya mı boğmuştum sizi ki, orası Hindistan mı? Diye soranlar dahi olmuştu. Bunun üzerine sabahın erken saatlerinde asıl amacımız 3 ana denizin birleştiği yere Kumarayaki’ye gitmekti asıl amacımız. Söylentilere göre, Arap denizi, Bengal Körfezi ve Hindistan Okyanusunun birleştiği bu tılsımlı yere gitmek lazımdı. Burası turistler ile doluydu ve manzara görülmeğe değerdi.Bu durumda iş başa düştü. Nasıl gidebileceğimizi araştırırken ve aynı zamanda telefon beklerken kendimi makinemle beraber komşu köylere attım.

İlk dikkatimi çeken şey, ağaçtan yüzlerce metre yukarıdan düşen kocaman toplar oldu. Meğer adamın teki ağacın en uç noktasına çıkmış elindeki satırla Hindistan cevizleri kesip aşağıya atıyormuş.Fotoğrafını yakalamak için neredeyse koştum. Hay aksi ters ışık. Bir silüet şeklinde çıkan adamcağızı düzgün biri şekilde çekemememe rağmen adam yüzsüzce benden para istemekten hiç çekinmedi. Zaten daha evvelde söylemiştim, para istemek için fırsat kolluyorlar. Bulunca da asla kaçırmıyorlar ama öylesine de elleriniz uzatmıyorlar ne yalan. Biraz ileride bir bakkal buldum. Önce bakkal mı yoksa başka bir şey mi ya da ney olduğundan emin olamadım ama sonra anladım. Orası bakkal değilse bile bir şeyler satın alabileceğim bir yer. Burada sürekli yediğimiz sütlü bisküvilerden görünce atladım. Uzun zamanlar aç kalınca bize ilaç gibi geliyordu. Zaten bir muz bir de bu bisküviler olmasa şuana kadar verdiğimizden daha çok kilo kaybederdik orası kesin.

Neyse Vanessa’cım sonunda nasıl gideceğimizi ayarladı, şoföre ekstradan oldukça yüklü bir para vererek, paramızla rezil olacağımızı bilmeden yola koyulduk. Ortalama 2.5 saat sonra varmıştık ancak geçtiğimiz yolu ne siz sorun ne de biz anlatalım. Gene kaza yapma tehlikeleri geçirerek, yola bakmamaya çalışarak geçti saatler. Allahtan birbirimiz varız da, az bucuk muhabbet edince insanın hiç yoktan ilgisi dağılıyor. Bu arada dün başımıza gelen enstantane dahilinde yolculuğumuz daha da sakat bir hal aldı orası kesin. Yol da şuan kaldığımız otel’i bulmak için şoför arabayı sola çekti. Acele ile yine birilerine “şşşt, pişt, hişşştt” yaparak yer yön sordu. Enteresan bir iletişim kurma şekli gerçekten, her seferinde onu izliyorum. Acaba “hey, pardon, bakar mısınız?” gibi kelimeler bu kültürde mevcut değil mi diye de sormadan edemiyorum. Her neyse, adam soracağını sordu sol pencereden ve sonra ani bir hareketle sürücü koltuğunun yanındaki camı kapatıp yerine dönmek istedi ancak attığı kafa ile dikiz aynası bildiğiniz yerinden çıktı ve güm diye yere düştü. Bu duruma daha da panik olan şoför elinde kalan dikiz aynasınız yerine takmaya çalışırken, büyük işkence çekiyordu. Baktı ki takılacak gibi değil, bu sefer bir eliyle aynayı yerine sokar gibi tutup diğer eliyle de çekiç muamelesi görmeye başladı. Hayretler içinde adamı izliyorduk ve olan o an oldu. Dikiz aynası da takılacak yer de uçtu ayrı yerlere gitti. Artık arabamızın bir aynası yoktu ve ben gülmekten hıçkırıklara boğuldum, hatta nefessiz kaldım. Ben ki böyle şapşal şeylere çok gülmem ve bunu boşa geçen bir zaman olarak görürüm, size yemin ederim gözlerimden yaşlar geldi. Adamın paniği ve ne yapacağını bilmez hali ve bizim arkadaki sessiz kahkahalarımız… Kısaca arabamızın zaten sol aynası yok, burada arabalara sadece sağ aynayı kullanıyor. Eh bir de dikiz aynası gidince tam kör topal yolda gider olduk. Gülelim mi, hahah ağlayalım mı?

2 yorum:

  1. :))) sagol resimler icin .....

    YanıtlaSil
  2. ricaaederim. bu benim blogum olduğu kadar sizinde blogunuz sayılır:)

    YanıtlaSil