15 Ocak 2010 Cuma

SILENT TREATMENT

Aslında bu söylemi ben ilk defa Sevgili canım direktörüm Yöntem’den duydum. Tüm hayatım boyunca isteyerek ve istemeden uyguladığım bu garip durumu bile şimdi Osho’nun aşramında yapmak oldukça ilginç bir deneyim oldu. Hele de zro geçen gecenin ardından. 2 tane üzerinde “In silence” yazan iğneyi üzerimize taktığımız gibi içeri daldık. Artık konuşmuyor ve dinlemiyorduk. İçimize dönme vaktiydi ve güzel bir deneyimdi. Zaman zaman arkadaşlarıma da uyguladığımı Yöntem’le farketmiştim. Bu sosyalken iyi bir şey olmayabilirdi ama biz aşramdaydık şuan ve bundan daha doğal bir şey daha da olamazdı. Tüm garipkiklerin tolore edildiği şuan da kendimi evimde hissediyorum. Sadece yazıyorum, müzik dinliyorum, doğayı dinliyorum, seyrediyorum, düşünüyorum veya düşünmüyorum bile. Buraya geri geleceğim, bunu yürekten istiyorum.

YEMEK RUHUN VE BEDENİN GIDASI

Bu akşam son mükemmel yemeğimizi yedik.Daha evvelde söylemiştim Pune’de yemediğim kadar yemek yedim. Günde 3 öğün, bütün gün dans, hareket, meditasyon, beyni dinlendirici aktiviteler, mükemmel meyvalar ve bol su. Bundan daha iyi beslenemezdim sanırım. Yarından itibaren baharat kokusuyla harmanlanmış restoranlar ve pirincin vazgecilmez dostu sebzeyle beraber yolculuğumuza devam ediyor olacağız. Bu arada Pune’de chips yemeği de denedim. Özellikle yurt dışına gidince yapmayı en çok sevdiğim şey süpermarkete girip, abuk subuk seyler almak ve sonrada afiyetle yemek. Burada bunu pek yapamadım ama şimdiye kadarkilerin en iyisiydi diyebilirim. Yediğim ananas, papaya, gorouk ya da adı her neyse muz, nar…Hepsi biri birinden güzeldi. Bir tek şu Hindistan cevizini yemeğe fırsat bulamadım ama burası Hindistan olduğuna göre cevizini yemeden ayrılmamayı umuyorum. Abuk subuk badem ve benzeri bir şeyler tattım, çoğu baharatlı olduğu için yanlarına yaklaşırken çekiniyorum ama olsun. Dün kendime içinde baharat olmadığını sandığım bir cips aldım ama adamların baharatsız anlayışının içinde bile çılgın bir baharat var. Yedim yedim, zorlanmadım da ama mesela akabinde kola içinde ağzınızda garip tat oluşur ya, ne bir evvel yediğiniz şeyin tadını hatırlarsınız ne de kolanın tadı kola gibidir… İşte buradaki çips deneyimimde aynen böyleydi.


AUM “Analyzing and Understanding Meditation”

Wow… Bu deneyimimi de nasıl anlatırım bilemiyorum. Yine anlatılmaz ancak ve ancak yaşanır bir durumdu. Meditasyon gece saat 21.30’da başladı. Ancak bunu almadan önce bizimle ufak sohbetler yaparak, bunun bizim için uygun olup olmadığına karar vermemizi istediler. Çünkü bu zor bir süreçti, üstelik her meditasyon gibi 45 veya 60 dakika değil, 3 saat belki daha bile fazla sürecekti. 14 ayrı stage’i vardı. İlki “nefret” zannedersem 50-70 kişi arasındaydık ve Osho oditoryumdaydık. Yanımıza su almıştık ve mermer zeminin üzerinde minderlerle oluşan sınırla bir kare çizilmişti. Etrafta çokça selpak ve havlumtrak şallar vardı. Bu durumda karenin içine girdik ve Tiesto ile dans etmeye başladık. Sonra size az önce anlatmaya başladığım gibi, eğitmen bize nasıl bir süreçten geçeceğimizi anlattı. Kısaca önce bir partner bulup, karnınızdan gelecek şekilde ona içinizdeki tüm nefreti haykırmanız gerekiyordu ve sonra başka biriyle aynı şekilde ve sonra başka bir. Her süreçte partnerler sürekli değişiyor, alanın içinde bu deneyimi farklı insanlarla yaşıyordunuz. Çünkü herkes evrene açılan farklı bir pencereyi temsil ediyordu ve bu pencerelerden bakmak önemliydi. Sonra “özür dilemek ve affetmek” gerekiyordu. Tüm nefretinizi akıttığınız o insanlardan gözlerinin içine bakarak dilenen özür, yüreğimde ağır bir dilemma ve yara yarattı. Gözlerim doldu, ikinci özrümü dilediğimde artık ağlıyordum ve onlar bana sarılıyorlardı. Tanımadığım insanlar bana sarılınca dahi kendimi iyi hissediyordum. Evet yalnız değildim. Ve sonra “sevgi, seni seviyorum” bazen bunu söylemek çok güçtür bazen ise çok kolay. Her ikisini de yaşadım. Bu kim ben bunu tanımıyorum deyip bakakaldığımda oldu, rahatça kelimelerin dilimden döküldüğü anlarda oldu.Ve sonra meditasyon hareketleri yaptık ve sonra özgürce dans ettik. Sonra ise “çılgınlık, delilik” normalde insan içinde yapmayacağımız hareketleri yapmaya başladık. Gerçekten dışarıdan baktığınızda durumu çok farklı algılayarak olay mekanını terk edebilirdiniz ama kalmayı seçmek bir çok şeye var olan bakış açınızı da değiştirebilirdi. Kalmayı seçtim. Devam ettik, saatlerce,bunun gibi bir çok uç duyguyu hatırladık, yaşadık, hissettik ve paylaştık. Sonra ağladık. Biri kucağımda ağlarken ona eşlik edemedim yazık ki. Nedense onu telkin etmek gerektiği ve güçlü olmam gerektiğini hissisine kapıldım. Kucağımda ki küçük çocuk ise hıçkırıklara boğuldu. Tüm acısını gözlerinden yeryüzüne akıttı. Ve ben ona birkaç selpak vererek yanından gittim. Yalnız kaldığımda ise kendi travmalarımı düşündüm. Zaman zaman annemi nasıl üzdüğümü ona kızdığımı ama aslında onu ne çok sevdiğimi. Bugüne kadar olan her şey için ondan özür diledim. Ona daha çok sevgimi göstermek, onu daha çok anlamak ve kendimi daha çok anlatmak için kendimi ne çok zorladığımı düşündüm ve ağladım. Rahatladım. Sonra gülmek gerekti. Onca göz yaşından sonra gülmek kolay olmadı. Normalde de ben hep ağlarken gülerdim ve şimdi acaba neden olmuyordu? Bilmiyorum… Bunun gibi geçtiğimiz birçok yoğun duygu dolu anlar saatlerce sürdü ve bittiğinde üzerimden tren geçmiş gibiydim veya sabaha kadar dayak yemiştim. Başım ağrıyordu ve tabi bütün kaslarımda baş ağrıma eşlik etmeye karar vermişti. Tabi ses te kalmamıştı. Bağırmaktan ve dert anlatmaktan bitmiştim. Eve gitme vaktiydi. Gidip toparlanma ve ertesi sabah yola çıkma vakti. Kafam da hiçbir şey kalmamıştı ama geceyi düşünmeden de edemiyordum. İlginç bir deneyimdi. Hem de çok ilginç.


AUM “Analyzing and Understanding Meditation”


Wow… Bu deneyimimi de nasıl anlatırım bilemiyorum. Yine anlatılmaz ancak ve ancak yaşanır bir durumdu. Meditasyon gece saat 21.30’da başladı. Ancak bunu almadan önce bizimle ufak sohpetler yaparak, bunun bizim için uygun olup olmadığına karar vermemizi istediler. Çünkü bu zor bir süreçti, üstelik her meditasyon gibi 45 veya 60 dakika değil, 3 saat belki daha bile fazla sürecekti. 14 ayrı stage’i vardı. İlki “nefret” zannedersem 50-70 kişi arasındaydık ve Osho oditoryumdaydık. Yanımıza su almıştık ve mermer zeminin üzerinde minderlerle oluşan sınırla bir kare çizilmişti. Etrafta çokça selpak ve havlumtrak şallar vardı. Bu durumda karenin içine girdik ve Tiesto ile dans etmeye başladık. Sonra size azönce anlatmaya başladığım gibi, eğitmen bize nasıl bir süreçten geçeceğimizi anlattı.

Kısaca önce bir partner bulup, karınınızdan gelecek şekilde ona içinizdeki tüm nefreti haykırmanız gerekiyordu ve sonra başka biriyle aynı şekilde ve sonra başka bir. Her süreçte partnerler sürekli değişiyor, alanın içinde bu deneyimi farklı insanlarla yaşıyordunuz. Çünkü herkes evrene açılıan farklı bir pencereyi temsil ediyordu ve bu pencerelerden bakmak önemliydi. Sonra “özür dilemek ve affetmek” gerekiyordu. Tüm nefretinizi akıttığınız o insanlardan gözlerinin içine bakarak dilenen özür, yüreğimde ağır bir dilemma ve yara yarattı. Gözlerim doldu, ikinci özrümü dilediğimde artık ağlıyordum ve onlar bana sarılıyorlardı. Tanımadığım insanlar bana sarılınca dahi kendimi iyi hissediyordum. Evet yalnız değildim. Ve sonra “sevgi, seni seviyorum” bazen bunu söylemek çok güçtür bazen ise çok kolar. Her ikisini de yaşadım. Bu kim ben bunu tanımıyorum deyip bakakaldığımda oldu, rahatça kelimelerin dilimden döküldüğü anlarda oldu.Ve sonra meditasyon hareketleri yaptık ve sonra özgürce dans ettik.

Sonra ise “çılgınlık, delilik” normalde insan içinde yapmayacağımız hareketleri yapmaya başldık. Gerçekten dışardan baktığınızda durumu çok farklı algılayarak olay mekanını terk edebilirdiniz ama kalmayı seçmek bir çok şeye varolan bakış açısınızı da değiştirebilirdi. Kalmayı seçtim. Devam ettik, saatlerce,bunun gibi bir çok uç duyguyu hatırladık, yaşadık, hissettik ve paylaştık. Sonra ağladık. Biri kucağımda ağlarken ona eşlik edemedim yazıkki. Nedense onu telkin etmek gerektiği ve güçlü olmam gerektiğini hissisine kapdıldım. Kucağımda ki küçük çocuk ise hıçkırıklara boğuldu. Tüm acısını gözlerin yeryüzüne akıttı. Ve ben ona birkaç selpak vererek yanındak gittim. Yalnız kaldığımda isekendi travlarımı düşündüm. Zaman zaman annemi nasıl üzdüğümü ona kızdığımı ama aslında onu ne çok sevdiğimi. Bugüne kadar olan herşey için ondan özür diledim. Ona daha çok sevgimi göstermek, onu daha çok anlamak ve kendimi daha çok anlatmak için kendimi ne çok zorladığımı düşündüm ve ağladım. Rahatladım.

Sonra gülmek gerekti. Onca göz yaşından sonra gülmek kolay olmadı. Normalde de ben hep ağlarken gülerdim ve şimdi acaba neden olmuyordu? Bilmiyorum… Bunun gibi geçtiğimiz birçok yoğun duygu dolu anlar saatlerce sürdü ve bittiğinde üzerimden tren geçmiş gibiydim veya sabaha kadar dayak yemiştim. Başım ağrıyordu ve tabi bütün kaslarımda baş ağrıma eşlik etmeye karar vermişti. Tabi ses te kalmamıştı. Bağırmaktan ve dert anlatmaktan bitmiştim. Eve gitme vaktiydi. Gidip toparlanma ve ertesi sabah yola çıkma vakti. Kafam da hiçbrişey kalmamıştı ama geceyi düşünmeden de edemiyordum. İlginç bir deneyimdi. Hem de çok ilginç.

1 yorum: