8 Ocak 2010 Cuma

UDAIPUR & MUMBAI "One Hell Of a Journey"






Hikayenin öncesinden biraz bahsedecek olursam, City Palace’taki sound & light şova gittik. Saat 19.00 da başladı. Mimarinin ihtişamı tartışmasız muhteşemdi. Sarayı gerçekten de çok güzel ışıklandırmışlar. Gosteri başlarken ışıklar söndü, gerçekten dublajcılara taş çıkartacak bir ses sarayın eski hikayesini anlatmaya başladı. Akabinde ona güzel sesli bir kadın katıldı ve bir canlandırma olarak Udaipur’un ihtişamlı hikayesini dinlemeye başladık. Bu sırada Saray’ı aynı zamanda ilginç renklerde ışıklandırıyorlardı. Uzun zamandır masal dinlemediğimi farkettim. Hikaye gerginleştiği ve yangın gibi bir şey çıktığı zaman, titreyen kırmızı ışıklar, göl kenarından sempatik bir sohpeti anlatırken yeşil ve dalgalanan efektler kullanıyorlardı. Bir kez daha buranın aslında sandıkları veya bana anlattıkları kadar geri kalmış olmadığını anladım. Tüm bu değişik mizansene olan dikkatimi ortlama 40 dakika sonra kaybettim ve gözlerimde ufaktan kapanmaya başladı. Vanessa’ya baktığımda uyumak üzere olduğunu gördüm. 2 dakika sonra o bana “dinliyor musun ?”dedi bense ona “yemeğe gidelim mi?” dedim. Ve uzun zamandır yemekten sıkılmış olduğumuz pirinç ve sebze menusunun dışına çıkarak gnocchi yemeğe gittik. Yemek baya pahalı ancak oldukça lezzetliydi. Mumbai trenimize 45 dakikamız kaldığı için hemen harekete geçtik. Tren istasyonuna vardığımızda hala kompartuvarımızın diğer herkesten ayrı olacağını sanıyorduk. Meğer oldukça yanılmışız. 16 saat sürecek olan yolculuğumuz henüz başlamamıştı bile ama kabus bulutları üzerimize çoktu. 2 kat ranzalı 4 kişinin yatacağı bu alanı 2 kişiyle daha paylaşmak mı? Hayır annecim gitmek istiyorum. Ve bizi bu 4 kişnin dışındaki diğer tüm yolculardan ayıracak olan şey sadece bir perdemi? Yok olamaz, o ancak kabusta olur bense Hindistan’dayım. Hah şunu bileydim. Evet doğruyu söyülyorum ve itiraf ediyorum baya acı geldi, alışamadım. “Vanessa, lütfen acilen dışarı çıkalım. Sigara içmem lazım” aynı çantalarla, çıkarmadan trenden indik. Dışarısı da ayrı bir kabustu. Böyle kendime gelemeyeciğimi o an anladım. Kendimi avutmaya başladım, yani ikna etmeye diyelim. Okadarda kötü değil, belkide kimse gelmez. Gelmeyebilir. Olabilir. Biz şuan en klas alandayız ve en pahalı tabiki. Çantalar bu düşüncelerle beraber taşınamayacak kadara ağır geldi. Trene bindik. Işıkları kapattık ve perdeyi çektik. “Vanessa, benim şuan ilgiye ihtiyacım var.” Ve en güzel cevap, “bundan daha güzel bir deneyim var mı?” hayır yok. Alıştım, o an alıştım. Trendeki diğer insanlara, baharat kokusuna, treninin sallantısına. Uzandım ve şuan yazı yazıyorum, Vanes uyuyor. Şuanlık bizimle yolculuk eden kimse yok. Saat 01:00’de durduğumuzda aramıza misafirlerimiz katılacak. Ancak işte o an ben tatlı rüyalara doğru yola çıkacağım. Ayrıca güzel hayaller içindeyiz. Belkide gelenler yol arkadaşımız olur. Yaşamak herşeye ramen çok güzel ve size bir şey diyim mi bu yaşadığım hiçbirşey. Bakmayın girdiğim şokları tasvir edişime, burada olduğum birtek saniye bile pişmanlık duymadım. Dün akşam soğuktan uyuyamazken, bugün acıdan yanarken ve şimdi bu küçücük alanı tanımadığım birkaç kişiyle paylaşacakken. Yaşanan herşey yanıma bu tatilden kar ve deneyim olarak kalacak. Bu fırsat dahilinde manen yanımda olan herkese binlerce teşekkürler.
Sevgiler,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder