8 Ocak 2010 Cuma

UDAIPUR- MUMBAI “Bitmek bilmeyen Tren yolculuğu” 10.30 am







Gece sandığımızdan daha iyi geçti. Saat 01.00’ de bize eşlik edenler oldukça konservatif giyimle 4 kişilik bir aileydi. Uykudan yeni uyanmış olmama ramen iletişimlerini uzunca birsüre izledim. Gayet uyumlu ve sevgi dolu bir aile. Trene ilk bindiklerinde zannedersem onlarda şaşırdı. Muhtemelen onlarda aynı kompartuvarda kendilerinden başka birilerinin olmayacağını düşünüyorlardı. 2 yabancı kadın gördüklerindeki şaşkınlıkları pek göz ardı edilecek gibi değildi. Bir abla, küçük erkek kardeş bir anne bir de baba. Buranın hint kıayfetlerinin dışında, müslüman ailelerin de kendi dinlerine mahsus farklı bir giyim şekli vardı. Kafalarından başlayarak, bel kısmına kadar panco gibi gelen bir entari ve altına da yere kadar etek giyiyorlardı. Saçlarının azıcık gözükmesi ise bir sorun teşkil etmiyordu,zaten ayakları da çıplaktı. Bu duruma daha fazla kafa yormadan uyuma hedefiyle, Vanessa ile birlikte birer melatonin aldık ve deliksiz uyku için derin bir nefes aldım. Kulağımda vakumlu kulaklıklarım ve müziğimle birlikte sabah kadar hiç uyanmayacağımı sanıyordum ki, işte o hain an gelip çattı. Uzun zamandır böylesine senkron bir horultu ve hırılıtıyı birlikte duymamıştım. Beni tanıyanlar konuyla ilgili hassasiyetimi bilir. Normal şartlarda bu durumda, önce kızar sonra olay mekanını terk etmek ister, bir o yana bir yana dönüp lanet olsun der ve hayata küserdim. Halbuki şimdi başka bir müzik koydum ve tatlı uykuma devam ettim. Saatler sonra sabah olduğunda, koridordan geçen insanlar “çai, kofee” diye bağırarak bütün treni uyandırdılar. Zor bela 2 kofee aldım. Aldım almasına da,bunlar kahve değil zencefil kokuyor. İçelecek bir yanı yok. Eh herşey buraya kadar fena değil de açız, ne yicez? Sandwich’ler geçmeye başladı, hayır salata var içinde… Sade ekmek geçtiğini görüyorum, bir de aliminyum folyoya sarılmış bişey.
Adamı durdum;
“ o nedir?”
“vegi, vegi”
“Can i see it?”
Sağolsun açtı içini ama yok, sabah sabah kızartma ve baharat birarada yiyemeyeceğiz.
Tuvalette şişe suyla dişlerimizi fırçaladık. Vanessa 12 saat sonra sigara içmek için trenden indi. 5 dakikamız var, tren kalkacak. Ben de indim, ve biri bağırıyor sigara içmek yasak. Bir istasyonda yasak değil ama diğerinde yasak. Anlamadım gitti. Yeniden terene bindik. Hiçbirşey yiyemediğimizi farkeden yolculuk arkadaşlarımız bize şamfıstık uzattı, önce hayır dedim, sonra kız “it is dry food “ dedi. Bişeyler yiyip, içemediğimizi farketmiş olacakki yardım etmek istedi. Çok tatlı… Bu insani yaklaşımı seviyorum, yazikki avrupa da bu yok. Fırsattan istifade küçük kız bana nereli olduğumuzu ve isimlerimizi sordu. Adım Ayşe veya Fatma olsaydı muhabbet daha uzardı ancak, Türkiye ve Jessie- Vanessa isimleri ona bir şey ifade etmemişti. Onun ismi ise Zeynep’ti. Aynı bizim Zeynep’lerimiz gibi. Kahverengi beyaz Çizgili entarisi, sony erricson cep telefonundan müzik dinliyor. Dudaklarında parlatıcısı, kardeşiyle ilgileniyor, sohpet ediyor,gülüyor, yanaklarını mıncıklıyor. Herkes uyum içinde. Biliyor musunuz, hiç sokakta çocuğuna bağıran bir anne veya baba görmedim. Yanlış yapana ceza, ablasını kızdıran kardeş, kardeşine bağıran abi, ağlayan insan… Herkes bizm gibi batılılara göre acı çekiyormuş ve sefalet içinde yaşam sürüyormuş gibi geliyor ama istisnalar dışında herkes burada olmaktan gayet mutlu. Tabiki hızla ileriye gitmekte olan ülkelerde yaşamak isteyenler veya buranın da öyle olmasının hayalini kuranlar var ancak herşeye ramen, bizim ülkemizde ettiğimiz isyanın % 1o’ununu burada göremedim. Bu değişik ve güzel bir şey.
Zeynep ile biraz sohpet etmeye başladık. Dubai’de yaşıyorlarmış ama aslen Rajasthan’da doğmuş. Babasının işleri nedeniyle ülkeden gitmek durumunda kalmışlar. Şimdi Dubai’ye dönüş yolundalar. Bu sizin geleneksel kıyafetiniz mi diye sordum, evet cevabını aldım. Ancak Dubai’de batılılar gibi giyindiğini söyledi. Şimdi aile ziyareti yaptıkları için bu kıyafetleri giymiş. Annesi de tatile veya gezmeye gittiklerinde batılılar gibi giyiniyormuş. Analdığım kadarıyla, semboller burada çok önemli. Nasıl düşüdüğünüzün veya Hindistan dışında nasıl yaşadığınızın bir önemi yok, yeterki burada düzen bozulmasın.

Uyandıklarından beri hiç durmadan yemek yiyorlar. Önce sandwiçle kahvaltı ettileri sonra kızarmış bişeyler ve çai. Ardından fıstık, üzerine tuzlu bisküvi, ardından ekmeğin içinde biber ve pataese benzeyen bişeyler, sonra dondurma…
Bizim için ise Sturbuck’tan almış olduğum peynirli sandviç şimdi işe yarıyordu. Tatlı olarakta “Oats and Honey “ bizi inene kadar idare edecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder