4 Ocak 2010 Pazartesi

VE YENI DELHI












Heyecanla beklediğim bu anın sonunda karşıma çıktığına inmez burnuma çarpan baharat kokusunu yatsımak mümkün değil. Saatler süren yolculuğumuz sonunda bitti. Etrafıma bakmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Kafası sarıklı binlerce insan ve enteresan kıyafetler giymiş yüzlerce hintli kadın, heryerdeler…
Kimin alnında kırmızı bir nokta ve burnunda hızması var kimininse sadece yerlere kadarinen işlemeli entarasi.. Ancak herkes çorap giymiş ve üzeri de oldukça kalın.. Zannedersem yanlış yerdeyiz. Burası Hindistan’nın başkenti Yeni Delhi ve yaz olması gerekmiyormuydu. Hayır olamaz sanırım Yeni Delhi henüz kışı atlatamamış. Bekleyiş devam ediyor, valizlerimiz gelmek bilmedi… Ama hiç sıkılmadım, hala etrafımı izliyorum. İngilizce olduklarını sandıkları garip bir dilde anonslar yapılıyor. İnanamıyorum hiçbişey anlamıyorum…
Sonunda ikimizinde bagajlar geldi ve yolculuğumuzun ilk adımını havalanından dışarı doğru yaparken, sırtımızdaki çantaların ağırlığını bile unuttum. Milyarlarca insan sıra sıra, birilerini bekliyor. Hepsinin elinde kağıtlar. Bu kalabalık gürühun ortasından geçerken arkadaşıma sağa bakmasını benimde sola bakacagımı soyledigimi hatırlıyorum...
Ve evet tur rehberimiz aylar sonra karşımızda. Havaalanından dışarı çıktığımızda gördüklerime birkez daha inanamıyorum… Açlık, sefalet, karışıklık, herkes yollarda. Kameramı cantama geri sokamadım. Heryerin ve herkesin resmini sanki birdaha hiç göremeyeckmişim gibi çekmek istedim. Ayaküstü ufak bir sohpet yaparken bizi karşılayacak arabayı bekleyedurduk. Herkes okadar ağır hareket ediyorki birsüre orada bekleyeceğimizi içteniçe biliyorduk.
Sonunda arabamıza bindik ve artık otoyoldayız. O da nesi bir inek, hayır çok şaşırmadım. Gördüğüm inek değil arkasında yolun ortasına futursuzca işeyen adamdı ve bir tane daha gördüm. Demekki bu doğal bir işlem. Yollar trafikliydi, İstanbul inanın halt etmiş. Ama nedense yüzüm gülüyordu belkide arabayı kullanana ben olmadığım icindir. Yine de herşey yeterince ilginç diyebilirim, beni hiçbirşey mutsuz edemez…
O garip trafigin icinde sanki hep aynı yerdeymişizcesine saatlerce biryerlere gitmeye cabaladık. Sonunda geldiğimiz yer arasokaktaki otelimiz oldu. Gayette iyidi, soylenenlerin aksine etrafta hiç böcek ve pislik görmedik. Hemen esyalarımızı bırakarak cıktık. Artıık cok acıkmıstık. Enteresan biryerde ici ananaslı ve anasonlu muthis bir pilav ve yanında da baharatı ozellikle azaltılmıs hayatımızda hic gormediğimiz çeşit sebzeler yedik. Burası hiçye kötü değil. Aç kalmak biryana şişmanalayabilir miyim bile acaba?
Ve hemen sonra telefon kartı almak icin geçtiğimiz enteresan durum… Baya yürüdğümüzü söyleyebilirim. Pazar yeri gibi biryerlerden geçerken çantamı önüme alma ihtiyacı hissetim. Herkes birşeyler satmaya çalışıyor, ama sağda solda NIKE, REEBOK..vb mağazaları görmek mümkün. Ancak kimler alışveriş yapıyor buralardan pek anlamadım. Herkes tradisyonel seyler giyiyor.. Bu keşmekeşin icine birde soğuk eklenince durum akılalmaz hale geldi. Üşüyorum ama önemli değil.. Hernasılsa.. İstanbul’da olsak coktan söylenmiş ve hatta evime dönmüştüm. Ama durum farklı, Hindistan'dayım, aylardrı planladığım yolclugumun ilk gununde…
Ve sonunda kartlarımızı aldık, eh tabiki calısmıyorlar. Aktive olmaları zaman alacakmıs. Sabah bekleyeceğiz. Bu sırada azıcık kalan vaktimizde gezmeye karar veriyoruz ve Monument Of New Delhi’nin onune geldik.. Herkes bişeyler satıyor, lunapark’ta sürekli gördüğüüz pembe şekerele takıldı gözüme ama denemeye korktum ne yalan. Bir de yaprakların üzerine garip bir takım baharatlar ve çiçek kılıklı meyveler koymuşlar. Denememiz için fırıldak gibi etrfaımızda döndüle, meğer bunlar kafayı iyi yapmak için kullanılıyormuş. Tabiki fotografını çekmekle yetinerek ordaan uzaklaştık. Monument of Indıa, aynı zamanda Gate Of India olarak geçiyor. savaş sırasında ölen Hintli askerler için dikilmiş olan bir yapı. Hemen akabinde Paralmento binasına gittik, burada ilgimi çeken şey, Ülke başkanının kadın olmasının yanısıra, yapıların büyüklüğü ve birbirleri arasındaki mesafe oldu. Yürü yürü bitmedi yollar. Akşam olduğu için görüş mesafesi de oldukça azaldığından şöyle birkaç fotoğraf çekerek geri dönüş yoluna geçtik. Nedense yerel bir bira içip bişeyler atıştırmak olcukça cazip geldi ancak, bira içip patates yemeği elbette beklemiyorduk. Nitekim öğlen yemek yediğimiz canım restoranda bulduk yine kendimizi. Herşeye rağmen yiyeceklerin baharattan uzak ve lezzetli olması inanılmazdı.
Artık uyku bastırmıştı. Otelimize geri dönmek istedik, buarada tur rehberinin de hoş sohpetini es geçmemek lazım. Araba da giderken arkadaşım teknoloji nimetlerinden faydalanarak, Hint kültürünü Iphone üzerinden okumaya başladı. Asla göz ve ten temasında bulunmamaları ve mesafeli olmaları dikkat çekiyordu ancak 10 dakika evvel, karşıdan karşıya geçerken tur rehberimizin elimi tuttugunu hatırladık ikimizde ve elebtte ufak bir kahkaha koptu arabada. Belki onlarda modernleşerek korumacı bir yapıya bürünüyor zamanla diyerek safça düşünmekten kendimi alamadım. Hatta tam o sırada annem geldi aklıma, en son seyahate çıkmadan evvel, yemek masasında benimle dalga geçerek, çivilerin üzerinde oturan bir hintliyi getirirsin belki demişti. Şaka bir yana böyle bir şey neredeyse mümkün bile değildi. Rehberimizn de bize anlattığına göre, burası geleneklerine bağlı bir ülke olduğundan, kimse kendi eşini kendi seçemiyor. Ömrünün sonuna kadar birlikte yaşayacağın kişiyi ailen senin için belirliyor. Üstelik boşanmakta söz konusu bile değil, boşanma durumunda herkes bu iki kişiyi boykot ediyor ve asla benimsemiyor. Bir de kast sistemi olduğunu göz önüne alırsak, yeryüzünde Yahudilerden çok daha sıkı kurallar ile başa çıkmaya çalışan büyük birkesim olduğunu söylemek mümkün.
Ve sonunda oteldeyiz. Çok soğuk ama çok ya da uykusuzluk iliklerime işledi, donuyorum. Üstüste bulduğum bişeyleri giyerek yatağımda yazı yazmaya koyuldum, neden sonra arkadaşım uyudu ancak ben, otel odalarından gelen ayak sesleri ve sandalye çekme sesleri ile bir o yana bir bu yana dönüp, üşümediğimi kendime söylemeye çalışırken hiçte uyuyacak gibi durmuyorum. Sanırım uyuyamayacağım, kalkıpilaç mı alsam? Ama neden bukadar soğuk? Tamam üşümüyorum, inanmaya çalıştığım bu düşünce ile uyuyakaldım sonunda.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder