22 Ocak 2010 Cuma

TRIVANDRUM TREN ISTASYONU, “On the Way To Goa”

Valla istasyona gelmeden ve trene binmeden önce ısrarla yemek yememiz gerektiğinden iyi bir restoran aradık durduk. İnanmayacaksınız ama bir evvel gittiğimiz saçma şıklıktaki anlamsız otel bize bir meyve salatası getirmekte ortalama 30 dakika gecikince ben ufaktan kızmaya başladım. Neyse baktık ki bu hadise gelmiyor, hadi kalkalım dedik ve hızla o saçma yerden uzaklaştık. Bu arada bize tuvalet ihtiyacımız için bir mola oldukları ve aynı zaman dada soğuk ve temiz havalı salonlarında oturmamıza olanak sağladıkları için buradan teşekkür etmek istiyorum. Ancak arabaya bindiğimizde , anlaşmakta güçlük çektiğimiz şoförümüz şaşkın bakışlarını gidermek pek kolay olmadı. 30 dakika önce yemek yemek için arabadan inen 2 kız gene geri geliyordu, ah acaba neden mutlu olmuyorlardı? Falan diye düşünüyordu herhalde. Sonuç itibariyle, ilk defa dışarıdan kötü gözüken ama aslında yemekleri gayet iyi olan maksimum ucuz bir restoranda yemek yedik. Tepemizde dönüp duran vantilatör ortamdaki sıcak havayı, salonun bir ucundan diğer ucuna atmaktan başka bir işe yaramıyordu. Pencereden baktığınızda dışarısı gözükmüyordu bile, camlar buzluydu. Ortalıkta bir hemcinsimiz bile yoktu. Gelecek yemeklerden pek umutlu değildik ama gerçekten şimdiye yediğim en güzel sebze ve pilavı yediğimi itiraf ediyorum. Ne zaman “without spice” desek yemek “but little spice” şeklinde geliyor. Ancak adamların anlayışı bu.Ben eminim ki mutfaktaki aşçının yemeği bizim istediğimiz gibi yapmaya eli gitmiyor. Hani benim annem de yapar bazen.” Ah öyle yenmez, şunu da koysaydın, bak çok güzel olur biraz da şarap iç. Hah şimdi oldu.” Ama herkesin farklı bir damak tadı var. Evet ben de garipsiyorum bazen insanları ama yine de saygı duyuyorum, aynı saygıyı Hint insanlarından da bekliyordum ama vazgeçtim. Onun yerine ben de alışmaya çalışıyorum. Belki de baharatsız yiyerek kaçırdığım bir şeyler vardır. İnşallah ortada buluşacağız. Tabi ben mide fesatı geçirmez isem...

Karnımız oldukça dolu bir şekilde tren istasyonuna doğru yola koyulduk. Gene sırtımıza 250 gram çantalarımız… Şaka maka çantaya ekstra bir şey koymamış olmamıza rağmen şu anki ağırlığı yola çıkmış olduğumuz halinden daha fazla. Yine tren istasyonundayız. Yok buna alışamıyoruz. Trenler çok fena gözüküyor ve sinirimizi bozuyor. Ne zamanki içine binip bir süreyi orada geçiriyoruz, sonra alışmaya başlıyoruz. Nitekim yine öyle oldu. Üstelik bize eşlik edecek yol arkadaşımız da olcukça sempatik bir Dubai’li iş adamı çıktı. O da, diğer bir çok Hintli gibi astroloji yoluyla hayat arkadaşını bulmuş. Şuan 2 çocuğu var ve yarın hep beraber Goa’da buluşacaklar. Gece boyunca hoş bir sohbet bizi içine aldı. Bize Tanrı anlayışından, hayata bakış açısından ve nasıl evlendiğinden bahsetti. Şimdiye kadarkilerden farklı bir şey dinlemedik ama İngilizce seviyesi oldukça iyi olduğu için en çok Anil’i dinlemekten keyif aldığımı söylemeliyim. Tek çocuk olduğu için, annesi onunda üzerine çok düşermiş. Yani erkek annelerinin, çocuklarına ekstra ilgi göstermesi burada da çok rastlanan bir durum diyebiliriz. Hiç tanımadığı biriyle, sadece astrolojik yıldızları uyuyor diye evlenmek ise Anil için müthiş bir deneyim olmuş. Ben de ona, ablamın düğün fotoğraflarını ve bizim ritüelimizi gösterdim. O bana teşekkür etti, aslında ben de ona ettim. Yolculuğumuz boyunca karşımıza çıkan herkes bizimle çok güzel ve özel anlarını paylaşıyor. Biz mi şanslıyız yoksa onlar mı rahat bilemedim. Ama gelen her şeyi geldiği gibi yaşamak bile yeterince keyifli.

1 yorum:

  1. paylaşmak ve paylaşmak hayattaki en güzel şeylerden biri değil mi?.. sevgiyle kal küçüğüm :)

    YanıtlaSil