22 Mart 2010 Pazartesi

FIRST THEY KILLED MY FATHER







Sokaktaki o küçücük, her gün okula gitmek için para kazanmaya çalışan çocuktan aldığım bu kitabın sanırım her anlamda değeri ve anlamı büyük. İlk sayfalarını hızlıca tükettiğim kitabın diline de ayrıca bayıldım. Sakin bir şekilde, küçücük bir çocuğun hayat perspektifinden bir dram ancak böyle anlatılabilir diye düşünüyorum. Kamboçya’nın yeni başkenti Phom Penh’de başlayan acı dolu hikaye, 5 yaşındaki bir çocuğun ağzından devam ediyor. Kızıl Khmer’ler ülkeyi tahliye etmeden önceki huzurlu yaşamları bir anda yollar da aç, susuz ve korkuyla geçmeye başlıyor. Gidebildikleri kadar uzağa gitmeye çalışıyorlar ancak açlık ve sefalet tüm ülkeyi sardığı için ilerlemek pek de kolay olmuyor. Tabi ki de sonunda bir Khmer toplama kampında durmak zorunda kalıyorlar. 6 yaşında ki Luang’da dahil olmak üzere bütün aile pirinç tarlalarında hunharca çalıştırılıp, neredeyse eser miktarda gıda ile besleniyor. Küçücük kızlara tecavüz eden zalim Khmer’lerin bu kampları kurarak ülkeyi ele geçirme nedeni çok daha iyi bir ulus yaratmak. Tabi ki bunun için çok çalışmak gerekiyor. Kampa girmeden önce var olan tüm kıyafetlerini yakarak tıpkı II. Dünya savaşında Yahudilerin giydiği gibi siyah pijamalar giyindirerek kırmızı beyaz bir fular bağlamak zorunda bırakılıyorlar. Komünist sistem de herkesin eşit olmasına çabalayan Khmer’ler bu yolla Kamboçya halkının4’de 3’ünü katlediyorlar. Kimi malerya’dan canını kaybederken, kimi açlıktan kimi ilaçsızlıktan kimi ise yaşamanın anlamsızlığından intihar edip ölüyor. Hikayeyi kendisinden dinlediğim Luang ise Tanrıların yeryüzündeki varlığına artık inanmıyor. Ve hatta batan güneşin gökyüzünde yarattığı renkler ve yeryüzünde ki diğer tüm güzelliklere de kızgınlığını dile getirmeden edemiyor. Madem bu kadar kötü bir dünya da yaşıyoruz ozaman bulutlar da her zaman gri olmalı diyerek isyan ederken, küçücük bedeninin beslenme eksiliğinden dolayı büyümüyor olmasına da bir anlam veremiyor. O sokaklarda koşturup oyun oynamak isterken, önce 14 yaşındaki ablasını sonra da yürekten bağlı olduğu babasını kaybediyor. Tüm ailesi ve kendisi de dahil olmak üzere işkence ve mutsuzluktan eriyip giderken bir yerlerde kalan o umut kırıntıları ile yaşamını sürdürmüş olması bir mucize.

Sonunda tüm ailenin ülkenin doğusu, güneyi ve kuzeyine dağılıyor olması ise insanın içinde bambaşka bir acı hissetmesine neden oluyor. 7 yaşına geldiğinde ailesi olmadan tek başına bir kampta asker çocukların arasına katılmak zorunda kalıyor. Bu kadar küçük bir varlığın maruz kaldığı acı ve bu zalim dünyaya dair kafasında oluşan soru işaretlerine seyirci kalmak içimi paramparça etti. Bastıramadığı açlığını, ailesinin yemek stokundan bir avuç pirinç çalarak, ağzının içinde eritip yemeye çalışması ve daha sonra duyduğu vicdan azabı ise tasvir bile edilemeyecek derecede üzüntü verdi bana.

Çirkin Kızıl Khmer askerlerinin bazı çocukları oyun oynarmışçasına havaya atıp, büyük kılıçlarla öldürmeleri, zaman zaman palmiye ağaçlarının keskin dallarını boğazlarını kesmek için kullanmaları ise cabası. Tüm anlatımı boyunca her satırında bambaşka hikayelerin olduğu bu kitabı okurken adeta kendimi o küçük kızın yerine koyup ben de bir savaş yaşadım 3 gün boyunca. Elimden bırakamadığım bu kitabı bir solukta okumaya çalışmak için çok gayret gösterdim ancak her acı dolu hikaye içimde ayrı bir yara açtı istemeden. Zaman zaman göz yaşlarımı tutamayıp, 8 yaşında annesini ve 5 yaşındaki kardeşini ve akabinde ailesinin 4’te 3’ünü kaybeden bu zavallı kızın yerine kendimi koymadan edemedim. Kendi annemi, aileme olan bağlılığımı düşündüm hep.

Budist inanca göre, bu evrendeki yaşamdan sonra ölünün mutlaka yakılması gerekiyor. Ve bu işlem yapılırken de vücudun bir bütün olması yeniden re-ankarne olmak için şart. Bunu yürekten bilen Khmer’lerin ise kafatası ile vücutları ayırarak insanları ölüme terk etmelerine söyleyecek söz bulamıyorum. İnsanlığın içinde nasıl bir kötülük mevcut ki, milyonlarca insanı hiçbir şey hissetmeden bu şekilde katledebilmişler. Bu sapkın duyguların aksiyona dönüştüğü ve legal bulunduğu bu 4 seneyi esefle kınıyorum. Ancak benim kınamam hiçbir şeyi değiştirmiyor ne yazık ki… İşin acı yanı bu çirkin insanların hiçbir şekilde yargılanmamış olmasıdır zannımca.
Sonunda paramparça bir aile, büyüyememiş vücutların içine hapsolmuş acı dolu ruhlar kaçış yolunu Vietnam’ da buluyorlar. Bu yaşanılanların, affedilmesi bir yana unutulması neredeyse imkansız. Dilerim evren gerekli cezayı onlar için uygun görmüştür. Aksi takdir de hiç bitmeyen bu umut ışığı ile yaşam sürdürmek mümkün olmasa gerek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder