Turistik bilindik gezilerden farklı,birkaç günde değil emek vererek hazırlanmış, gerçek deneyimlerin yer aldığı, alışılmışın dışında bilgilere yer veren, görsel zenginliği bol olan, interaktif ve samimi bir gezi portalı. Hiç birşeyin imkansız olmadığının kanıtı, her yolun öyle veya böyle asla geri dönülmez olmadığının simgesi. Gezen gezmeyen, ilgilenen ilgilenmeyen, seven sevmeyen herkesin kendinden bir şeyler bulduğu kaçamak noktası.Dünya sadece sizin etrafınızda dönüyor! Şimdi keşfetme zamanı.
27 Mart 2010 Cumartesi
ROYAL PALACE OF CAMBODIA
National Museum’da koşarak çıkıp Kral’ın hala yaşamakta olduğu, dışarıdan müthiş ihtişamlı gözüken sarayına yetiştik. Bu alan turistler için sadece sabah 08:00 – 11:00 arasında açık. Daha sonra öğlen tatiline giriyor ve tekrar ziyaret etmek için saatin 14:30 olmasını beklemeniz gerekiyor. Ama tabiî ki biz yetiştik. Ama küçük bir detayı belirtmeden görmek istemiyorum ki, Angkor Watt tapınaklarına girerken olduğu gibi buraya da girerken dizlerin ve omuzların mutlaka kapalı olması gerekiyor. Bu küçük detayı atlayarak şortla gelen başımı tabiî ki de kesmediler. Onun yerine bana bir şalvar verdiler 50 cent’e oldu bitti.
Yetişmesine yetiştik ancak bir rehber bulmak için geç kalmıştık. Bütün rehberler çalışıyordu. Bu durumda kaderimize boyun eğip biz de içeri daldık. İlk durağımız Kralın misafirlerini ağırladığı binaydı. Royal Palace’ın yapımına 1400 yıllarda başlanmış daha sonra içeriye ayrı binalar ekleyerek 1917 yılında renove etmişler. Yani içerideki binaların yapım tarihleri asla aynı değil. Misafir ağırlanan bu yapının yan taraflarında duran aynalar içeriye girecek olan kötü enerjileri ve gözleri dışarı atmaya yarıyor.
Bu binanın hemen arka yanında ise kralın yaşadığı yeri görmek mümkün. Evde olduğu zaman bayrak asılı ve tepede oluyor, olmadığında ise bayrağı indiriyorlar. Böylece kimse kapıyı çalmak zorunda kalmıyor.
Burada ayrıca içine giremediğimiz bir müze binası da gördük.
Bir de yine içine girmeye hakkımızın olmadığı yemek alanı. Koskocaman binanın etrafındaki merdiven girişleri yılan heykelleri ile kaplıydı, amaç tabiî ki yine kötü enerjiden korunmak. Binaların simetrisine ve ihtişamına hayran kaldım. Böyle detaylı bir sanat ve zenginliğin bir zamanlar Kamboçya’nın damarlarında aktığına inanmak neredeyse imkansız olabilirdi ancak gözlerim beni yanıltmıyor… Khmer Rouge geldikten sonra harabeye dönen ülke de ilginç bir şekilde Kral’ın malikanesine hiç el sürülmemiş. Zaten burayı da yağmalamış olsalardı, bu tarihi yansıtacak neredeyse hiçbir şey günümüzde varlığını sürdürmüyor olacaktı.
Daha sonraki durağımız ise giyim tarzlarını görebileceğimiz bir bina da muhafaza ediliyordu. Geleneksel olarak kadınlar 2 parça şeklinde giyiniyorlar. Haftanın 7 gününe ayrı renkler giyiyorlar. Ancak artık bu gelenek neredeyse yok olmaya yüz tutmuş durumda. Sadece devlet ile ilgili görevlerde çalışanlar bu şekilde giyinmek durumundalar. Diğer herkes dilediği şekilde giyinebiliyor. Ancak genel ülke de pek bir moda olduğunu söylemek mümkün değil. Kadınlar genelde kollarını ve bacaklarını kapatacak şekilde giyiniyorlar, ara ara garip çocuk desenli şortlar giydiklerini ve parmakları ayrık çorapların üzerine terlik giydiklerini, çoğunlukla şapka taktıklarını ve eldiven giydiklerinde de kendilerini güvende hissettiklerini söylemeliyim. Erkekler ise eski renkli geleneksel kostümlerin yanı sıra pantolon gömlek ve parmak arası terlikle kendilerini gayet mutlu hissediyorlar. Anlayacağınız ülkeye hakim herhangi bir renk veya gelenek giyim konusunda söz konusu değil.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder