13 Nisan 2010 Salı

AUSTRALIA, DARWIN "COUCH SURFING"




Bilmem bilir misiniz; ancak yeryüzünde hem böyle bir grup insan var “couch surfer” diye hem de böyle bir web sitesi var www.couchsurfing.com diye. Üye olduktan sonra yapmanız gereken, kişisel profilinizi en düzgün şekliyle buraya eklemek. Hemen ardından eğer evinizde yer varsa ve yeni insanlarla tanışarak, onları ağırlamaya hazırsanız, siz de dünyanın dört bir yanından insanların koltuklarında ücretsiz kalmaya hak kazandınız demektir. Bu iş her zaman ücretsiz olmak zorunda da değil, evinizi kiralayabilir veya aynı şekilde siz de bir başkasının evini kiralayabilirsiniz. Sanırım bundan daha sempatik bir konaklama yolu daha ben bilmiyorum…


Bu durumda yolculuğumuza çıkmadan önce ben de kendime bir sayfa açmıştım ancak Vanesa’nın evinin müsaitliği ve akabinde gelişen durumlar nedeniyle ben üyeliğimi kapattım. Ancak Asya’da bunu yapmaya ne ihtiyaç duymuştuk ne de içimizden gelmişti. Ancak bu batılı ülkenin konaklama bedelleri ve mesafelerin birbirine olan uzaklıkları nedeniyle yeniden bu işe girişmeye karar verdik. Nitekim ilk deneyimizi Darwin’de yaşayan, dünya tatlısı, genç, sarışın, mavi gözlü, yakışıklı, uzun boylu, yeryüzünün en seksi 2 çocuk babası Cleva ile yaşadık. Sağ olsun Cleva, bizi gecenin saat 23.00’üne kadar tüm yorgunluğuna rağmen ayakta beklemişti… Buna rağmen gecenin o garip karanlığında, çakıl taşlı bir bahçe yolundan geçerek ulaştığımız eve vardığımız da kendimizi şanslı hissediyorduk. Cleva bize sadece 2 katlı bir ranza gösterip, içeri deki oda da bir misafiri olduğunu ve kendisinin de ayrıca yorgun olduğunu söyleyip görüntüden kayboldu. Açık mutfağın hemen karşısına düşen çarşafsız ranzaya baka kalmıştık. Tam tuvalete mi girsek, uyku tulumlarımızı mı çıkarsak derken, oda da kalan kızcağız uyanıverdi. Erkenden uçağı olduğu içinde 15 dakika içinde evi terk etti. Eh biz de fırsattan istifade elbette kapısı olan bir odaya ve rahat normal bir yatağa geçmeyi kendimizde hak gördük. Ama belki de iyi yapmadık. Çünkü sabah uyandığımızda güler yüzlü Cleva yine de bize o odaya nasıl geçtiğimizi sorarken, gülüyor olmasına rağmen, durumdan pek haz etmişe benzemiyordu. Yine de tüm yorgunluğumu o evde attığımı söyleyebilirim, sabah saat 10.00’da uyandım. Üstelik “wireless“ internet bağlantımız bile vardı. Koskoca Avustralya da internet cafe’ler dışında “wireless” diye bir sistemin olmadığına inanmak gerçekten de güç. Gelişmekte olan 3. Dünya ülkesi Türkiye’de bile hemen hemen tüm cafe’lerden internete ulaşmak mümkün. Buradaysa saatine 10$ gibi saçma rakamlar ödemenizi isteyerek ne yapmaya çalışıyorlar valla biz akıl sır erdiremedik. Nitekim Cleva’nın evinde bu anlamda huzuru bulmuştuk.


Sabah uyandığımızda elbette çok açtık ve kahvaltı edebilmek için 10 numaralı otobüs ile 2$ vererek Aborjinlerle birlikte şehre indik. Burada sokaklarda yaşayan, sürekli, sinirli ve mutsuz olan Aborjinler ulaşım için otobüsleri kullanıyorlar. Sanırım Avustralya ve lokal Aborjinleri ile ilgili ayrıntılı bir şeyler yazmak için çok daha fazla bilgiye ihtiyacım var. Ancak kendi gördüklerimi ve hissettiklerimi dile getirecek olursam; çıplak ayak gezen, sürekli bağırıp çağırıp, sinirli mimikler ile bir o yana bir bu yana yürüyen bu insanları birileri gerçekten de çok üzmüş olsa gerek. Avustralya devletinin, vatandaşı olan herkese ayırım yapmadan yardım ettiği su götürmez bir gerçekken, bu Aborjinler neden sokaklarda alkolik bir şekilde yaşam savaşı veriyorlar hiç bilmiyorum. Burada yaşayanlar ise durumu “kendi tercihleri!” gibi manasız bir cümle ile geçiştiriyorlar. Dilerim kıta dahilindeki yolculuğum boyunca bu insanlara ve yaşam tarzlarına dair daha çok bilgi edinme şansına erişirim… Küskün Aborjinler ile geçen 20 dakikanın ardından yine kendimizi Mitchell Sreet, yani Darwin’in meşhur sırt çantalılar sokağında bulduk.

Mitchell Street
Avustralya’da sırt çantanızla geziyorsanız şayet, restoran ‘da yemek yiyemezsiniz, çünkü bütçenizi aşıp geçer, hatta birkaç yere yemeğe kalkarsanız sizi alt üst eder. Bu durumda marketten itinayla indirim de olan malzemelerden alışveriş yapar, koşarak dorumunuza gider, mutfakta kendi hazırladığınız veya pişirdiğiniz yemeği yersiniz. Elbette her türlü gezme şeklinin tadı farklıdır ancak bunu yaparken arada bir kendimi garip hissettiğim olmuyor da değil. Neden en sevdiğim ve en pahalı olan rokfor peynirini değil de indirime yeni giren az yağlı köy peynirini yemek zorunda olduğumu bazen midem ve beynim bir araya gelip anlamak istemiyorlar… Hatta peynire karar verdikten sonra, neden canımın çektiği ekmeği alıp yiyemiyorum da gene fiyatça daha uygun olan bir taneye talim olmak zorunda kalıyorum? Nedeni elbette ki çok açık, elbette param olmadığı için değil, burada daha uzun kalmak istediğim için. Ama işte insan muzu bile taneyle alınca bazen gülünecek haline ağlayası da gelebiliyor. Şaka bir yana, durup durup kendimizle dalga geçip, bunun hayatımızın deneyimi olduğunu unutmadan günlerimizi geçirmeye çalışıyoruz. Aksi takdirde gerçekten acı çekiyor olsak, bu yolculuğa devam etmenin manası da pek kalmazdı ne yalan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder