25 Nisan 2010 Pazar

MACKAY





Bu sabah hiç yatağımdan kalkmak istemedim. Hani o çalan saati 5’er dakika 5’er dakika erteleyerek saatleri ve hemen akabinde günü yatakta geçirdiğinizi fark ettiğiniz günler var ya tam da onlardan birine uyanmıştım bu sabah. Elbette iş başa düştü ve istemeye istemeye kendimi yataktan banyoya attım. Uyanmak zor olmadı. Sabahın köründe tuvalette karşılaştığım diğer yabancı insanlara “günaydın, selamın aleyküm” derken zaten uyanmak zorunda kaldım. Neyse zor bela karavana geri döndüğümde hala suyumuzun olmaması gerçeği beni çok rahatsız etmekteydi. Su çektiğimiz canım hortumun aparatını yolda ekmenin ağır üzüntüsü içinde, hemen karşı komşumuzdan rica etmeye karar verdim. Gerçekten de Avustralyalılarda öyle yardımlaşma duyguları falan hiç gelişmiş değildi. Ayı ricayı evvelki gece hemen yanımızda aylardır kamp kurmakta olan çiftten rica ettiğimde bana “Yarın marketten alırsın, pahalı bir şey değil” diye cevap vermişti. Türkiye’de olsa bu davranışın ardından, o nev-i şahsına münhasır insana “öküz” demek caiz olurdu ancak ben çenemi tutmayı tercih ettim. Böylece gece boyunca yemek yaparken, avluda ki musluğu kullanıp, geleni geçeni brokoli kokularıyla rahatsız etmeyi becerdim. Neyse ki, bu sabah fark ettiğim karşı komşumuz aparatını ödünç verdide karavanımızı sahra çölüne dönmekten kurtardı.

Bu durumda hızlı kahvaltımızı ettikten sonra yola koyulmaya artık hazırdık. Bir an evle markete uğramamız ve acilen biten kahvemizi yeniden depolamamız gerekiyordu. Ayrıca araba da müzik dinleyememek de çok canımızı sıktığı için, I-pod’u kasete bağlayarak en basit şekliye bu sıkıntılı dakikalardan da kurtulmak arzusu içerisindeydik. Eh bu durumda bizi “Coles” paklardı. Nitekim alışveriş merkezine en şık şeklimizle girmeyi başardık ve işte o felaket an gelip çattı. Arabayı geri geri park etmeyi planladığımız tam da o sırada, daha önce hiçbir zaman sıkıntı etmediğimiz o yükseklik ile, karavanımızın tepesinde bulunan havalandırma borularını ezip kırmayı ve en felaket şekliyle yere düşürmeyi başardık. Ve yıldızların kafalarımızın etrafında dönmeye başladığı işte o an sigortanın arabanın üzerine ve altına gelecek olan hasarları kapsamadığı gerçeği aklımıza geldi. Sırf bunun için 250$ vermek zorunda olamazdık’ Hayır bu bir kabus olmalıydı. Herşey bir diğer yana, havalandırma borusu açık olduğu için yağmur yağdığı takdirde içerisinin sırılsıklam olma ihtimali 100%’dü. O an ne kadar üzüldüğümü tahmin bile edemezsiniz. Oysa güneş açmıştı bugün ve hiç de kötü bir güne benzemiyordu.
Arabamıza bindik ve ne yapacağımızı kara kara düşünerek, benzin almak için ilk girdiğimiz benzinci de yanımıza yanaşan karavana dert yandık. Sağ olsunlar bize karşı tarafta ki Shell benzinciyi göstererek, orada mekanikçi olduğunu söylediler. Elbette bundan sonraki ilk hedefimiz bir diğer benzenci oldu. İçeri girdiğim de hemen köşede duran kızıl saçlı adam ilgimi çekti. Elime aldığım artık yuvarlak şeklinde olmayan ezik, havalandırma kapağını göstererek “Bunu tamir etmeniz mümkün mü acaba”diye sordum. Adam elimdeki zavallı parçaya bakarark “sanırım yeni bir taneye ihtiyacınız var “dedi. Ben de “Yo yo yo yoooo, lütfen en azından tamir edebilir misiniz diye bakamaz mısınız?” dedim. Sonunda beni kıramayan adam, eline kaptığı çekiç ile, eğri büğrü hiçbir şeye benzemeyen zavallı kapağı eski haline getirmek için çabaladı. Daha sonra merdiven ile tırmandığı yerden, “bu adam olmaz ama sadece isterseniz yapıştırıcı ile sabitleyebilirim.” Dedi. Tamam dedik,lütfen sabitleyin. Bir yandan gülen adam “Ama en az1 saat yol almamanız gerekiyor ki kurusun.” Dedi. Ona da tamam dedik. Kenara çektik, ben pancake yapmaya başladım. Vanessa ise yazılarını yazıyordu. Öğlen yemeğimizi Pancake ile ederken, bize yardımcı olan adamcağıza bol nutellalı bir taneyi hediye ettik. Çok da beğendi. Pancake’im hem sınıfı geçmiş hem de Avustralyalı bir mekanikçiyi mutlu etmişti…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder