25 Nisan 2010 Pazar

QUEENSLAND (East Cost)




BEING PROFESSIONAL DAY BY DAY

Hayatın döngüsü böyledir değil mi? İlk başta yadırgadığınız bir takım deneyimlere zamanla alışır, sanki ezelden beridir bu şekilde yaşıyormuş gibi davranırsınız. Bundan 3,5 ay önce, yerleşik düzende, her sabah spora ve hemen akabinde işe gidip gelirken, bir anda otellerin asıl evim olmasına alıştım. Şimdi ise, yine gezgin ama sürekli aynı mutfakta yemek yaptığım, geceleri aynı yastığa baş koyduğum, gündüzleri ön koltuğunda yol aldığım ve sürekli temizlediğim bir karavanım var. Önce sağ koltukta, vitesleri sol elimle değiştirmeye, sonra her sabah yeniden koltuğa çevirdiğimiz yatağımızı toplamaya alıştım. Günler ardı arkası kesilmez asfalt yollarda enteresan ağaçlar ve hayvanlar görerek geçmeye başladı. Üstelik bir önceki aylardan çok daha az sosyal, çok daha fazla içe dönük geçiyor… Hep kadrajda Vanessa, ben ve yollar var. Geceler çoğu zaman serin ve yağmurlu, gündüzler genellikle bulutlu ve nemli gelip geçiyor. Üstelik dur durak bilmeden ilerliyor olmamıza rağmen pek az yol aldığımız da su götürmez bir diğer gerçek. Depomuz neredeyse 100$’a doluyor. Geceleri çoğu zaman kumsal kenarında veya bir ormanın hemen yanı başında konaklıyoruz…

Bu sabah, gece ulaştığımız kumsal ve denizi, aydınlıkta görme şerefine nail olduktuk. Aman Tanrım, o ne büyük sahildi? o ne şehvetle coşan dalgalardı? Bu nasıl bir yeşildi ve biz acaba neredeydik? Akşam başka bir sahile nazır yemek yemiştik, şimdiyse bir başka deniz kıyısında kahvaltı ediyorduk. Bu ne müthiş bir deneyimdi ve bu ne güzel bir Pazar sabahıydı. Ailem ile birlikte ettiğim , keyifli kahvaltılar geldi aklıma. Bir arada olmaktan yüklüce haz aldığım, annemin pişirdiği krepleri ardı arkasına ağzıma yuvarladığım anlarım geldi aklıma. Bu kahvaltı da çok keyifliydi, çok lezzetli üstelik Nutella’lıydı ama annemi özlemiştim bu sabah. Bu sabah biraz melankolik kalmıştım desenize.

Bugün erken yola koyulup, çok büyük işler becerecektik. Öyle uygun görmüş, kendimize hedef belirlemiştik. Ve öyle de oldu ne yalan. Saat 08.15’te yoldaydık. İlk hedefimiz “Townsville, Magnetic Islands”dı… Neredeyse Tully’e kadar hiç durmadan, yağmurlar ve gök kuşakları eşliğinde tam 2 saatte vardık. Hemen girdiğimiz Turist Bilgilendirme Ofisi, bize “Tully” ismini “ıslak hava durumunun” simgelediğini söyledi. Yani burada yağmurlar neredeyse hiç durmuyordu. Bu nedenle şehrin tam da orta yerine devasa bir balıkçı çizmesi inşa etmişlerdi. Hemen üzerinde de bir o kadar büyük bir kurbağa duruyordu. Ingham’a geldiğimiz de direksiyona Vanessa geçti. 1 saat sonra gördüğümüz “ Mango frost” yazısının meraklı kurbanları olduk ve tabelayı takip ederek, o muhteşem dondurmaların özenle yapılıp satıldığı dükkana ulaştık. Artık bir şımarıklık yapma zamanıydı, o devasa kornetin içine hem “pasiflora hem de hindistan cevizi” dondurması koydurup, ortalama 62 saniye içinde bitirdim. Muhteşemdi, dudaklarımı ısırarak, bol bol yutkunarak, hatta tabiri caiz ise şapur şupur yalanarak yedim bitirdim.

Ve elbette yine yoldaydık…. Townsville’e ulaştığımız da ikimize de bir rehavet çökmüştü. Üstelik adaya ulaşmak için kalkan gemilerin bulunduğu limanı bir türlü bulamıyorduk. Bu da pek kolay değildi… Ama ne yapıp edip, azıcık dolanmış olsak da, şehrin ta öbür yanında kalan alana ulaşmayı başardık. Başardık ama bir sonuca ulaşmayı başaramadık, karavanla geçtiğimiz takdirde 165$ artı karavan için park ücreti ödememiz gerekiyordu. Ama bu haksızlıktı, kim bu kadar zengin olup tüm Avustralya’yı gezebilirdi ki? En azından o şanslı kişi ben değildim. Bu adayı görmektense ileride göreceğimiz ve teknede konaklayacağımız “Fraiser Island” ı görmeyi tercih ettik ve yeniden yola koyulduk. Artık ikimiz de çok yorulmuştuk. Saatlerdir yoldaydık ve hava da oldukça sıcaktı. Geceyi Ayr’de geçirmeye karar verdik. Burada “Free zone” diye bir yer vardı. Bedava duşlar ve sıcak su, bilgisayar ve telefonlarımız için elektrik ve yemek pişirebilmemiz için de su vardı. Bu sefer gerçekten her şey bedavaydı. Çünkü duvarlarda yazıyordu. 24 saatten fazla konaklamak şartıyla burada bu gece kalabilirdik. Ne mutlu bize!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder