13 Nisan 2010 Salı

AVUSTRALYA, DARWIN (Northern Territory)














Nasıl bir deneyim olabilir ki bu?
Belki de Türkiye’den buraya direk gelmiş olsaydım bugün böyle hissetmeyecektim. Açık anlamı ile ağır bir kültür şoku yaşamakta olduğumu itiraf ediyorum. Artık pazarlık yok, önümüzde eğilip teşekkür eden çekik gözlü insanlar yok, yamuk yumuk İngilizce konuşup dert anlatmaya çalışmak yok, ucuz ucuz oteller de kalıp, olmayacak fiyatlara yemek yemek de yok. Burası Avustralya, dünyanın en zengin ülkelerinden bir tanesi… İşsizlik oranının neredeyse sıfır olduğu, tüm öğrencilerin “work & travel” vizesi ile buraya gelerek en az 1 sene çalışıp çılgın paralar kazandıkları ve kendilerini “Alice harikalar diyarında” gibi hissettikleri fırsatlar ülkesi…

Elbette Türkiye’den yola çıkarak, neredeyse Asya’da 3 aydan fazla zaman geçirmiş olan biz Türk kızları için durum oldukça farklı. Bizim çalışma vizemiz yok! Gezmek için başvurduğumuz vizeyi dahi almak hiç de kolay olmadı, bir de çalışmak istediğimizi söyleseydik belki işler tahmin ettiğimizden çok daha zor bile olabilirdi. Dünya genelinde Türk pasaportlarımızla şimdiye kadar karşılaştığımız sorunları algılamak ve sindirmek gerçekten de kolay olmuyor. Yani düşünüyorum ve sonra da istemsiz soruyorum 19 yaşında ki bu Lübnanlı gençten farkım ne olabilir?” Daha çok iş deneyimim olması, daha iyi İngilizce konuşabiliyor olmam ve iyi bir eğitim almış olmama rağmen, o herhangi bir otel de çalışarak saatine 18$ para alabilirken ben neden sadece 15 gün çalışarak cebime 2000$ para koyup yoluma devam edemiyorum? Her şey bir yana bunu sorgulamaktan daha da öteye neden gidemiyorum?
Avustralya, Darwin havaalanına vardığımızda sabah saat 06.30 civarındaydı. Hemen turist bilgilendirme ofisinden destek almak istedik ve 8 kişiyle hep birlikte uyumak için dahi gecesine 25 $ vermemiz gerektiğini öğrenince gözlerimiz neredeyse yuvalarından fırlayacaktı… Elbette, burası Avustralya, yani pazarlık etmek veya başka yerde de kalabileceğini söylemek onlar için hiçbir şey fark etmiyor. Burada bir şişe su 3$, en ucuz sabah kahvaltısı 9$, interneti kullanmak için para ödemeniz gerekiyor ayrıca en ucuzundan 4 saat için bir bisiklet kiralamak isteseniz dahi 20$ ödemeniz gerekiyor. Üstelik Tayland’da 10$ vererek yaptırabileceğiniz gerçek Tay masajı’nıın Avustralya Doları karşılığı 70$. Kısaca buradaki hayatı Asya ile kompare etmek bize mutsuzluktan başka bir şey verebilecek gibi de durmuyor.

Türkçe tabiriyle “yatakhane”mize yerleşmemiz neredeyse saat 11.00’i buldu. Kapının hemen önündeki plastik sandalyelerin üzerinde alenen uyuyakaldım. 48 saatlik uçak yolculuğu ve Darwin’e inmeden önce Singapur’da yapmış olduğumuz kilometrelerce yürüyüş, vücudumu bitkin halde bırakmıştı. Bir de ödemekle yükümlü olacağımız giderleri duyduğum da moralimin ne kadar bozulduğunu kelimeler ile tasvir etmem neredeyse imkansız. Psikolojimi yeniden göğe yükseltmek için üstün bir çaba harcıyor olmama rağmen, pek de başarılı olamayıp umutsuzluğumu açık etmiş olmak kendimi daha da kötü hissetmeme neden oluyordu…

Bir süreliğine uyuduktan ve daha mantıklı düşünebilecek konuma ulaştıktan sonra, günden 4 saat interneti bedava kullanabileceğimizi öğrendiğimiz Darwin Devtlet Kütüphanesi’nin yolunu tuttuk. Burası saat 10.00 – 17.00 arasında açıktı. Ve saat henüz 16.45’ti… Bilgisayarımı açıp, aileme iyi olduğumu haber vermek içim mailimi yazana kadar bir de baktım ki, artık internette değilim ve ayrıca bilgisayarımda şarj olmuyor. Yani saat 17.00’de tabiri caiz ise “Power Shot down.” Herkes eşyalarını toparlayıp, 10 dakika içinde kütüphaneyi terk ederken ben gönderemediğim mailim ve bitmiş olan pilim ile birlikte kütüphanenin ortasında kala kalmıştım. Üzülmedim, kızmadım ve yolumuza devam etmeyi başardık.
Akşam olmak üzereyken, yatakhanemizde ki diğer insanlarla tanışarak biraz iç bilgi almanın faydalarından yararlandık. Neredeyse burada ki herkes 3 aydan uzun süredir Avustralya’yı geziyordu. Bu durumda bizden çok daha fazla bilgiye sahiptiler. Ancak kimi Batı’ya gitmemizi tavsiye ederken kimi batı’da gezip görülecek doğal güzelliklerin dışında bizi tatmin edecek neredeyse hiçbir şey olmadığını söylüyordu… Doğu için ise, kimi parti ve gençlik mekanı olduğunu söylerken, kimi dünyanın dört bir yanından gelen üniversiteli turistlerle dolup taştığı için artık hiç de sempatik olmadığını düşünüyordu.

Her şeyin ötesinde kıtanın tam orta kuzey kısmında yer alan Darwin’den, Kuzey doğu da bulunan Cairns adlı şehre nasıl geçebileceğimize dahi karar veremiyorduk. Araştırmalarımıza göre, otobüs ile Darwind’den Cairns’e geçmek 400$ tutuyor ve 4 koca gün sürüyordu. Uçakla gittiğimiz takdirde ise 200$ vererek 3 saat içinde amacımıza ulaşabiliyorduk. Ama hepsi saçma geliyordu her nasılsa, başka bir yol yok muydu? Bu kadar karmaşık olmamalıydı.

Bu durumda, bizim gibi yolculuk eden diğer insanların, hemen otel kapımızın önünde duran tahta panoya yazılar astıklarını fark ettik. Başka bir şehre gitmek isteyen veya hali hazırda gitmekte olan ve yol ücretini paylaşmak isteyen herkes ismini ve telefon numarasını yazarak buraya asıyordu. Cairns’e giden birkaç kişiye telefon açarak, 2 kişi için yerleri olup olmadığını sorduk ancak yazık ki herkes sadece 1 kişiyi arıyordu ama biz 2 kişiydik. Bu durumda bu planda suya düşmüştü. Zaten gidecek dahi olsaydık, benzin ve diğer giderler ile bu yolculuğun bize ne kadara patlayacağını da bilemiyorduk… Bu karmaşık durumumuzu askıya alarak yemeğe gitmeye karar verdik.

Gittiğimiz “Bacpacker” yani bizim gibi bir tane çantasıyla dünyayı gezmeye çıkan insanların bulunduğu restoran da içeceğinizin yanında o gün pişen yemek her neyse, 2,5 $ daha ödeyerek yemeniz mümkündü. Şansımıza bu gece “Fish & Chips” (balık ve kızarmış patates) vardı. 5$ vererek aç kalmaktan kurtulduğumuza biz bile inanamıyorduk. Ama mutluyduk.

Bu arada yemeğe giderken yolda broşür dağıtan çocuğun uzattığı kartta “Alaturca, Turkish Restaurant” yazısını görünce oldukça şaşırdık. Belki de burada birkaç gün çalışabilirdik. Daha önce hiçbir restoran da hiçbir iş yapmamıştım. Evet yemek yapmaktan ve yemekten iyi anlardım ancak hizmet sektöründe çalışmak bambaşka bir şey olsa gerekti. Üstelik aylardır fıstıklı kebap aşeriyordum ve bu restoranda da vardı. Sanki cennete mi düşmüştüm? Veya çöl de vaha mı görüyordum? Ama yo hayır her şey alabildiğine gerçekti ve tabiî ki restorandan içeri daldık. Uzun bir sohbet ardından, dükkan sahibin kardeşi Aliye Hanım bize yardımcı olabileceğini söyledi. “Bugün git, yarın gel! “deyince yüzümüze güler bir şekilde oradan ayrıldık. Belli mi olurdu, birkaç gün çalışmak bunca zaman sonra paslanmış vücutlarımıza iyi bile gelebilirdi. Nitekim ikimiz de bir iş kaptık, ben saat 12.00 – 17.00 arası Cafe’de çalışacaktım, Vanessa ise 16.00 – 20.00 arası yolda restoranın reklamını yapacaktı. Kulağa hiç de kötü gelmiyordu… Acaba her şey göründüğü kadar basit miydi?

ISTANBUL CAFE, DARWIN

Gerçekten de basitti!!! 2 günde Darwin’de harcadığımız tüm parayı toparlayarak yeniden yola koyulacak kıvama gelmeyi başardık. Ancak daha fazla Darwin’de kalmak çok manasız geliyordu artık. Zaten buranın o garip durgu enerjisine de bir türlü alışamamıştık. Gündüzleri boş olan sokaklar, saat 18.00’den sonra insanlarla dolup taşıyordu. İçmeye o saatte başlayan Darwin halkı, güneş battıktan sonra en şık kıyafetlerini, buna uygun topuklu ayakkabılarını giyip, çantalarını takıyor ve kendilerini sokağa atıyorlardı. Enteresan bir şekilde, 3 gece konakladığımız Mitchell Street’te her gece sistem aynı şekilde işlemişti. Ve hatta popülasyon da giderek artıyordu. Yani yılın Nisan ayı Darwin için oldukça önemliydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder