5 Nisan 2010 Pazartesi

LAHU, HILL TRIBES








Dağlar boyu yürüdük, neredeyse Myanmar sınırına gelmiştik ki, 2. Kabile köyü olan “Lahu” ya vardık. Lahu halkı Myanmar ve Tibet’ten zamanında göç ederek Tayland’ın koruması altına girmiş, oldukça fakir bir kabile köyüydü. Etrafta da pek insan yoktu zaten. O kadar yorulmuştum ki, kendimi ilk girdiğimiz evin verandasına atıverdim. Sıcaktan vücudumun muhtelif yerlerinde ufak ufak su topçukları oluşmuştu. Bu sıra da evlerine girdiğimiz köylüler, özel ürettikleri visky’den ikram ettiler. Bu arada etrafıma bakarken, verandanın üzerinde duran oyun kartları ilgimi çekti. Kırmızı renkli kartların tam da üzerinde değişik pozisyonlara girmiş olan kadın ve erkekler bulunuyordu. Ayrıca oyun kartlarının arkasında da Kamasutra yazıyordu. Fakirlerdi belki ama yaşamanın ne demek olduğunu ve değerini iyi biliyorlardı anlaşılan. Bu şaşırtıcı gerçekle biraz eğlendik biz de ne yalan. Ve yeniden yola koyulma vaktiydi artık. Yine gerçek adını bilmediğim “Tom Cruise (ki hiç de benzemiyor)” aramıza katıldı. Tom Cruise Lahu’luydu ve sadece 19 yaşındaydı. Kendisiyle ilgili de başka bir bilgim ne yazık ki yok. Ancak köyün geleneklerine gelecek olursak; tüm köyün yüreğinden bağlı olarak inandığı bir değer var ise o da Jungle spirit, yani ormanın ruhuydu. Ormanın ruhu onları her zaman koruyordu ancak saygılı olmaları gerekiyordu. Tıpkı Şamanizm de olduğu gibi. Veya günümüz deyişiyle Avatar filminin de duruma örnek teşkil etmesi mümkün. Belki de filmin çıkış noktası da tam da bu kabilelerin yaşam şeklidir. Seyredenler hatırlayacaktır, yabancı köye attığı ilk adımın ardından, geceyi ormanda geçirmek zorunda kalır. Yabancının orada olduğunu hisseden orman yaratıkları ile aralarında sürtüşme çıkınca, kız gelir ve adamı kurtarmak adına bir canlıyı öldürmek durumda kalır. Bu durumda ağlamaya başlayan ve duygulanan kız adama “ Böyle olmak zorunda değildi, kimse ölmek zorunda değil” der ve madem ölüm kaçınılmaz sondur o zaman da ruhu doğaya huzur içinde yolcu etmek gerektiğini söyler. Neredeyse burada yaşayan kabilelerinde buna benzer bir duygu ve gelenek ile yaşamlarını sürdürdüklerini söylemek mümkün. Ancak bu insanlar, bildiğimizin ötesinde bir fakirlik içindeler. Kimi çocuklar günde sadece 1 öğün yemek yiyebilirken, kiminin ilk bu köye ulaştığın da ayağına giyecek ayakkabısı bile yokmuş. Bu durumda köyleri ziyarete gelen turistler, döndükten sonra taşımak istemedikleri kıyafetleri önce temizlemeye sonra da köye göndermişler. Bugün bile bir çok turistin ziyareti sayesinde ayakta durduklarını söylemek mümkün. Hatta geldiklerinde bağışta bile bulunanlar var. Elbette bize bu bilgiyi gün sonunda ulaştırdıkları için herhangi bir katkıda bulunmak adına oldukça geç kalmıştık. Ancak yine de sırf buraya gitmek için ödemiş olduğumuz 50 doların en azından bir kısmının bu insanlara fayda sağlamış olmasını yüreğimden diliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder