5 Nisan 2010 Pazartesi

LISU, HILL TRIBE







3 saat yol aldıktan sonra, çok şeker bir köye geldik. Henüz açlıktan ölmüyorduk ama yemek yeme vaktiydi. Lisu köyünün bir kısmı Çinlilerden oluşuyordu. Dolayısıyla Tay dilinde söylediğimiz “Teşekkür ederim,nasılsın?” gibi sözcükler onlar için hiçbir şey ifade etmiyordu. Bize özel pişen sebzeli pirinci midemize indirdikten hemen sonra yürümek suretiyle yola koyulduk. Yürüyüşümüz ortalama 5 saat sürecekti. Bu durumda, önce yemek yemiş olmamız gerçekten de iyi olmuştu. İngilizce de bunun adına “Trecking” deniyordu. Biz ise yolculuğumuzun sonunda bunu “İşkence” olarak da tanımlamayı başarmıştık.


Hepimizin ayağında lastik ayakkabılar vardı, sırtımızda akşam hava soğuduğunda giymek için uzun pantalon, çorap, uzun kollu bir bluz ve eğer olurda şelaleye girersek diye, yolculuk havlusu, ekstra iç çamaşırı, derken sabun, diş fırçası ve tabi ki fotoğraf makinesi gibi detaylar da mevcuttu. Kısacası benim çantam ağırdı ve hava da çekilir sıcak değildi. Ormanın ortasında, gördüğümüz manzaraların ve doğanın mükemmelliğini tartışmak söz konusu bile değil. Belki de benim 100 katım uzunluğunda ağaçlar, garip meyveleri olan garip çiçekler, enteresan böcekler, ilginç kuş sesleri ve daha niceleri. Zaman zaman zıplayıp aştığımız su birikintileri, arada bir esen serin rüzgarın serinletici etkisi insanı nerede olduğunu sorgulamaya itiyordu. Ancak toprak yollara önce tırmanmak sonra patika yollardan yokuş aşağıya denge de inmeye çalışmak ”onca tırmandıktan ve acı çektikten sonra neden tekrar aşağı iniyorduk?” dedirtiyordu insana. Yeniden yukarı çıkmak için miydi yoksa? Evet yaşam da aynen böyle değil miydi? Önce iniyor, sonra da çıkıyorduk ama hiç bir şey anlamsız değildi. Her şey müthiş bir denge içinde ilerliyordu işte. Ormanın bir parçası olmak ve belki de orada yüzyıllardır duran bir ağaç kovuğunun üzerinde durup o doğal yaşamı dinlemek istedim. Elbette ekibimizin başı Taylandlı tur rehberimiz “Beckham (gerçek adını bilmiyorum)” dur durak bilmeden ilerliyordu. Bakmayın böyle konuştuğuma, benim de bir dakika olsun durmak gelmedi aklıma. Sanki orman yolu akıyor biz de onu takip ediyorduk. Arada bir sıramız değişiyor, kimimiz öne geçiyordu. Tam da yol ayrımına geldiğimizi sandığım bir arada “Hangi yol diye sormuş?” ve “Sadece bir yol var” cevabını da şak diye almıştım. Nasıl olabilirdi bir yol veya nasıl olmuştu bilmiyorum ama gerçekten de sadece bir yol vardı sanki ve biz hep onu takip ediyorduk, yani yolu, belki de ormanı…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder